20111225

Kendi kendime acıma seanslarım bitene kadar bu dünyanın gelmişini geçmişini sikeyim.
Boş boş konuşma. İçinde acıyacak bir taraf var. Orayı söküp atmak için kendini öldürmek zorundasın. İçinde acıyan bir taraf var. Otur ve çek acını. Ağlayacaksın. Birileri sana, ağlama, diyecek. Oturduğun koltuğa veda etmek bile zorken, nasıl ağlamayayım, diyeceksin: Bak, donuyorsun ordan kalksan.. Kedi gibi ısıttın oturduğun koltuğu, nasıl bırakacaksın şimdi söylenmeden, öflemeden? Ben, kendi kendime ısıttım kalbimi. Kimse yardım etmedi. Açıktan bir ilişki yaşadım gibi, açığa alındım sonra. Ne var ne yoksa etrafımda tutup fırlatasım var. Yatağıma gömülüp hıçkırmak dışında bir şey istemiyorum. Ama, o, nasılsa öleceğiz Elif, sonra çok acırsın bu ağlama anlarına der. Ama ben, ağlıyorum gene. Boş boş konuşma. Boş boş konuşma Can.

20111224

vedalar.

Zaman zaman kabullenmemiz gereken gerçekler peşimize düşer, görmeyiz çoğunu. Belki görmezden geliriz bilmiyorum. Ama bir hocam söylemişti, her şey var ve her şey ortada.. Önemli olan onu anlamak, görmek.. İstersen mezar kaz ört üstünü sıkıntının, ama o orada, tüm gerçekliğiyle durur toprak altında.

Bazen çok da garip kişiler fark ettirir görmemeye gayret ettiklerini insana. Anlamsız bir şekilde kişi kendi kendine anlayamıyor, o kadar zavallı ki toplumsal yönünü kurutamıyor bir türlü.

Yeni bir şey değildi, ben kendi kendimi güçlü göstermeye ve zavallı yönlerimi çekirdek kadroma yansıtmak dışında içime atarak beslemeye çok adamıştım kendimi. Yeni bir şey değil evet, yaklaşık bir yıldır ben güçlülük konusunda takıntılıyım. Ama bu, belli konularda hassas olduğum gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ben sevgiye değer veriyorum. Paylaşmayı seviyorum. Sevgilimi seviyor-dum.

Son zamanlarda karşılıklı uzaklaştık birbirimizden. Ben, onun hareketlerine yoruyorum bu durumu, o benim mutsuzluğuma. Hassas bir noktadan vurdu beni. Bir insana "seni artık istemiyorum ; çünkü sen mutlu değilsin. Ben mutsuz insan tutmuyorum hayatımda zaten." derseniz, bu insanın mutsuz olmamak adına da deliler gibi çabaladığını biliyorsanız, bel altı vurmadır o.

Hele ki hayatta kendisini en çok acıtmış ve kendisini en çok adamış olduğu eski ilişkisinin de bitme sebebi sözde mutsuzluk halleriniz ise.

Hassasiyetlerine saygı duyulabilir bence insanın. O kadar zor değildir insanların birbirlerini anlamaya çalışması.

Bugün ziyadesiyle önemli iki insan hayatımdan uzaklaşmak kararı aldı. Ben, gene kendime çevirdiğim oklarıma sarılıp uzun uzun ayin yaptım.

Sonra aslında göremediğim gerçeklerden söz etti birkaç kişi. Çok zor oldu anlamam. Ama aslında, bildiğim şeyleri anlatıyorlardı.

Bugün, bir başka arkadaşımın arkadaşı trafik kazasında öldü.

İyi geceler.

20111216

herkes sürekli Gogol Bordello dinlesin, herkes rengarenk giyinsin, herkes sokakta insanca gerizekalı gibi davransın, sırıta sırıta yürüsün, herkes dans etsin.

20111215

Siktir.

Hayli uzun bir süre kendi kendimi gayet inandırıcı bir yalanla kandırdım. Hayli uzun bir süre ben bağlanmayacağım, ben güçlüyüm, ben değer vermiyorum, ben sağlamım, ben şikayet etmem, ben mutsuz değilim, hayat süper diye eğlendim bol bol.

Yanıldım.

Kişi neyse odur. Kişi er geç arızalarını yeniden gösterir. Kişi er geç ağlayıp sızlayıp zayıf yönlerini yansıtır. Kişi er geç yapmayacağım diye kendi kendini zorladığı her şeyi üst üste sıklıkla yapar. Kişi er geç aptal gibi kalakalır, hayatında ikinci defa telefonda terk edilmişliğiyle.

Siktir.

20111211

Şimdi ben susuyorum ve hayallerimi yazmak için elime kağıdımı kalemimi alıyorum. Uzun yıllar sonra içinde ikinci ve üçüncü tekillerin ve bir sürü çoğulun da bulunacağı düşler kuracağım için heyecanlanıyorum.. Dinlediğim şarkı: Rafet El Roman- Macera Dolu Amerika!!
Binlercesini sevdiğim karşı cinsim, çoğunlukla iyi ki varsın, bazen ta amına koyiim demek geliyor içimden sonra diyorum hay allah seni kahretsin, koyamıyorum da.

20111201

adına da derler seks

Son yedi..

Yaşadıklarımdan öğrendiklerimin haricinde henüz öğrenmeyi bırak algılamayı dahi başaramadığım şeyler var. Bunların başında her şeyin benim istediğim gibi olmayacağı ve insanların benimkilerden çok farklı fikir ve dünya görüşlerinin olabilmesi durumu.

Bana çok ürkütücü yahut çok kırıcı gelebilen bir cümlenin aslında çok içten ve dostane söylenebileceği ihtimali aklıma hiç gelmiyor. Bu konuda yakın çevre ve en yakın çevrenin çok büyük katkısı var bana. İnkar edemem.

Ama bunların dışında, bir aidiyet yanılsamasına tüm benliğimle ihanet etmişliğimi seviyorum kendimde şu an. Aidiyet diye bir şeyin var olduğuna ve daha da ilginci benim de bu düşünceye hizmet eder bir tarafımın olduğunu nasıl ve hangi aptallıkla düşünmüş olabilirim aklım almıyor. Kim neye ait?

İki kez gittim doktora son zamanlarda, ikisine de doğum kontrol hapı kullandığımı söylediğimde aldığım cevabın "evli misin?" olması ve yakın akrabalarımın bile "kadın erkeğin sonu, erkek kadının ilki olmak ister bla bla" şeklinde facebook paylaşımlarında bulunmaları midemi bulandırıyor. hallelujah!! Hepimiz birbirimizin beynini sikebiliriz ama hiçbir kadın ve hiçbir erkek birbiriyle seks yapamaz, zira parmakta yüzük yoksa ben sık sık kendimi başkalarını düşleyerek tatmin ederim ve yaşar giderim; sonra sapıtır, sırf legal birliktelik için nikahı basar ve yıllar yıllar sonra "ilk erkeği" olduğum o kadını hiç de öyle ilk erkeği olmadığım bir kadını daha fazla takdir etmek suretiyle tüm kalbimle aldatırım.

Hala ne sevgisi, ne sevdası, ne aşkı?

Dünyamızın da doğamızın da merkezinde bedenimiz ve binlerce beden var. 18. yüzyıldan beri de istenmeyen çocuk tehlikesi tamamıyla ortadan kaldırılmış halde.

Hala ne duruyorsunuz :)

20111123

Can.

Şimdi en dinlenesi şarkı, Teoman'ın Saat Üç'ü değil midir?

----

Bana kalırsa her birimizin anlamsızlığını keşfetmesi için geçmesi gereken aşamalar birbirine paralellik gösteren aynılıklar içeriyor. Her birimizin birbirimizden farklı olduğu fikrine kendimizi adapte edebilmemiz ve bu aşamada hayatta her şeyin salt bizim istediğimiz şekilde olmayacağını içselleştirebilmemiz için birkaç aynılık yaşamamız gerekiyor. Mesela çok büyük bir kayıp yaşamalıyız, mesela anne olmalıyız, mesela ailemizle aramız açılmalı... Aynılaşmaların farklılığımızı fısıldadığı dakikaları kaçırmalarımız belli bir süre sonra artık anlamalara eviriyor kendini galiba.


---

Sevgimi düşünüyorum. Sevgilerimi. Sevgililerimi. Baştan sona bir keşif süreci... Önce kendini. Dünyayı. Değer verileni. İnsanı. Şimdi sayıca tekil olmayan pek çok kadını aynı anda baştan çıkarabilirliğini elde tutan biri, eskiden beni baştan çıkarabilmişliğiyle hiç övünmüyordu. Şimdi var olmayan biri, eskiden varlığın kelime anlamıydı.

Zamanın hep kötüyü getirdiğine olan kesin inancımı derin şekilde sarsmış olan, zamanın ta kendisi.

Zaman, hep iyiyi getiriyor.


Şu ana kadar her ilişkiniz bitti. Muhtemelen şimdiki ilişkiniz de bitecek.


20111118

Beş tane ismi olsun insanın.
Beş tane günü.
Beş tane de yaşı olsun.
Beş tane parmağı varsa bir elinde
Ve bir ayağında
Toplamda yirmi parmağı
Aşağı yukarı da yirmi sekiz dişi varsa
Bu yüzden beş tane ismi olsun insanın.
Beş tane de günü.
Bir günü.
İki günü...
Beş günü.
Bir ismi.
Üç ismi...
Beş ismi.
Sırf iki kulağı var diye insanın
Sırf iki kaşı var diye
Ama iki gözü olduğundan değil
Sırf iki kaşı
Ve iki kulağı var diye.
Etti dört...
Üç günü olsun insanın.
Dört günü.
Beşinci günde beşinci adı olsun insanın.
Beşinci aşkı.
Beşinci ve ilk.
Tüm sevgilerini
Beş kere yaşasın insan.
Tüm hatalarını da
Tam beş kere tekrarlasın.
Bir kere iki kere değil
Üç kere hiç değil! Beş parmaklıdır insan.
Beş günü olsun insanın.
Beş tane de ismi.
Beş tane de kedisi...

esasen.

Yabani bir keyifle koşuyor ve uzaklaşıyordu insan kendinden. Doğadan. Yaşayan her şeyden. Yaşamayan tüm nesnelerden. Birliklerden ve düzinelerden ve ordulardan ve sayılardan ve tuşlardan ve kollardan ve serçe parmaklardan. Yabani bir huzurla uzak kılıyordu içi süt dolu beyaz bir İtalyan küveti düşünü kendinden. Kovduğu düşlerini yabani bir hırsla sevmemeye başlıyordu. Kendisine adadıklarını ve kendisini adadıklarını çok ayrı tutamadığı bir yerde durup dinleniyor ve dinlediği bir şarkıyı yabani bir tutkuyla söylüyordu. Sesinin güzelliği çınlatıyordu sessizliğini evrenin. Yalnızlığına koşuyordu yabani bir yadsımayla.

Bunu tüm usluluğuyla yaptı insan. Bunu, tüm sessizliğiyle, sakinliğiyle ve kendini yıpratmadan yaptı.

İnsanlığın evrimi, böyle gerçekleşti.
http://sabitfikir.com/elestiri/bizim-gulunc-kiymetsizligimiz
Birileriyle paylaşılan düşlerin günü geldiğinde gerçek olması, ama o düşleri paylaştığınız kişiyle değil de tamamen bambaşka bir kişiyle paylaşılan bir gerçeklikse sonradan gelen, nasıl bir tad bırakır ağzınızda?

Ben söyleyeyim:

Hayaller, kişinin en legal bencilliklerini tasarladıkları, yegane egemenlik alanlarıdır.

Ve hiçkimse, hayallerini yabancı tekillere adamamalıdır.


ütopya 2.

Ne ilginçtir şarkılar.. Her aynı şarkının her ayrı kişi üzerindeki etkisi o kadar ayrı ki..

Bu gecemi çalışmaya, okumaya, irdelemeye, bir saatten sonra da konuşmaya adadım. Konuşurken bir ben klasiği olarak, gözlerim doldu, gözlerimi sildim. Sonra güldüren insanlara güldüm, güldüren insanları sevdim, odama geçtim, pek bi' revaçta olan bir şarkıyı açtım dinledim..

Birey olduğumu hissettiğim sevgiliden ayrı geçirilen her ayrı zaman biriminde keyfi, mutluluğu ve huzuru, gönül rahatlığını, özlemekten uzak olan pek çok hissi, dokunmak arzusundan da uzakta bir şekilde, salt kendimle olduğum anlarla birleşmişse, seviyorum.

Şu güne kadar yürekten bir "seni seviyorum" demediğim sevgilime, bu gece de seni seviyorum demeyeceğim ve demek zorunda olmayacağım ve demek istemeyeceğim için mutlu hissettiğim şu anda, duyduklarım ve dinlediklerim ve anladıklarım ve anlamlandırdıklarım bana yeni eylemler türetme kararı aldırdı..

Hiç kimsenin hiç kimseye sevgisini dillendirmek zorunda olmadığı, artık kendi içlerinde terimselleşmiş sözde aşk kavramlarını kendinden uzak kıldığı, gerçeklikle mutlu olmayı başardığı ve var olmayan her şeyden uzakta bir inzivaya çekileceği bir ütopyam var.

20111103

Hurts - Sunday

Birilerini tüm varlığınla sevdiğini fark ettiğin an, ölüme en yakın olduğun ve ölümü en az düşündüğün andır. Çünkü o sevgiyi fark ediş anın, salt mutluluk ve salt salaklıktır. Aşk oyunu denilen şey, salakçılık oyunudur. Bile bile girilmeyen bir yolda, bile bile kaybolmaktır. Bile bile kendini, kaderini ve bedenini birine teslim ettiğinde, bunu tümüyle kendi isteğinle ve tümüyle duygunla yaptınsa, bil ki her şey birgün bok olacaktır. Ama sakın yapmamazlık etme, bok olmasına daha vardır çünkü. Ve o boka giden yolda, her şey yaşanacaktır. Boku geçinceyse, çok daha azı kalacaktır yaşamalık. Tüketilen bir tatlı değildir sevgi, hainlik etmemiştir hiçbir sevgili sevilene. Herkes herkesi sevebilir de aslında. Çok sevmektir sıkıntı yaratan. Şimdi böyle derim de, önceden, beni benim sevdiğimden daha mı az seviyor diye düşünerek çıldırabilecek kadar salaklaşmıştım. Kendi ellerimle yıktığım bin tane putu unutup birkaç günde bir tanesini yaratırsın da sonra tüm ibadetlerini ona eder, tüm kurbanlarını ona sunarsın. Ne komik ve ne yazık.


muck.

Gece gece içilen sade türk kahvesinin ardında çekildiğim odamda mırıldandığım şarkının NİL- AKBABA olması çok acınası değil de nedir.

Evet, güldüm.

İdil, okuyorsan, iyi geceler..


mey.

Biri 1994'te biri 2010'un ilk gecesinde çekilmiş iki fotoğrafı yan yana getirdiğimde değişen bir şey göremiyorsam kendimi sevmemem için hiçbir nedenim yok demektir.

Kimseyle konuşacak, kimseyle yazışacak, kimseyi sevecek, kimseyle sevişecek, kimseyle dertleşecek, kimseyle geyik yapacak, kimseye süslenecek, kimseyle tartışacak, kimseyi sevecek, kimseyi önemsemeyecek, kimseye sığınacak ve kimseye saldıracak halde olmamam da üzmüyor beni. Zaten kendimi de seviyorum. Mutsuz da değilim yemin ederim.

Sadece, hissetmiyorum.

Hissizim.

Sevmiyorum.

Kendim dışında hiçbir varlığı, kedimi dahil, annemi dahil, yatağımı dahil, lifimi dahil.

Sevmiyorum.

(Şarabı seviyorum ama. Şarap alınmasın.)
Siz kendi yolunuzdan kendiniz çekildiğinizde ardınızda size ve gölgenize bakakalacak kimsenin olmaması iyidir. Siz kendi kendinize şarkı söyleyerek yalnız bir yolda korkmadan ve hele ki gece ise yürüyebiliyorsanız dünyayı siklemeden, belli bir miktar aşmış sayılabilirsiniz evet. Ama siz kendi yolunuzu terk etmek istiyorsanız, önce kendi yolunuzu çizmeli ve inşa etmelisiniz. Evet, yapılması gereken bu. Daha fazla para kazanmak için, daha fazla para harcamak. Gerçekten de. Çok mantıklı...

20111029

Her Şey Ayrı Yazılır.

Bazen akşamları yoruyor hayat beni. Ben ne zaman Siya Siyabend dinlesem, ne zaman Yaşar Kurt dinlesem, ben ne zaman yalnız başıma birkaç gece saatini diyezli melodilerle geçirsem, üstelik ne zaman da o yalnızlıktan yarı keyif alır ve arayışında olduğum keyfi bir türlü edinemesem, o zamanlar yoruyor işte hayat beni. Biri vuruyor sırtıma arkamdan, olanca gücüyle, itip kakıyor hatta. Düşürme çabasıyla değil, hayır! Git diye!
Gidemediğimi anladığım, gidemeyeceğimi anladığım, gitsem nereye gideceğimi sormaya başladığım her ayrı dakika, uzuyor uzuyor... Üzüyor.
Diyorum, Knulp da gitmişti çekip. Herkes çekip gitmişti bir zamanlar. Geri döner, dedikleri döndü mü? Bilmem. Cümleler gitmekle ilgiliydi her daim; ya da ben sadece o cümleleri sevmiştim. Konu ne zaman, dönmek olduysa ben başımı çevirdim belki de. Belki de.
Şimdi, her notasını sevdiğim çirkin erkeklere duyduğum aşkı, ısrarla besleyemediğim bir sevgiliye gidiyorum. Ayaklarım yola çıktı; ben hala burdayım. Ve, nedense, gözlerim de ıslak. Romantik değilim. Sevdiğim sevgilimi sevdiğim gibi sevmiyorum şarkıları. Şarkıları sevdiğim gibi sevmiyorum insanları.
Benim sorunum, işte tam da bu.
Ayrı ve ayrıştırılan bir evrende içselleştiremediğim bir pay biçiyorlar bana. Üstümde çok iğreti duran bir sürü kıyafet giydiriyorlar. Tanımadığım terziler ölçüp ölçülerimi, sevmediğim renk kumaşlar biçiyorlar burnumun dibinde. Çekip gitmelerini istemiyorum onların, onlar kalsınlar hayatlarında. Ben, ben kalmak istemiyorum.
Hissetmiştim bir gün, ne zamandı? Çok uzak bir zaman önceydi. Hissetmiştim, gene yürürken, ya da gene camdan izlerken akan yolu, hissetmiştim gideceğimi. Gideceğimi ve gittiğim yerde tanımadığım bir kaldırıma basarken ayaklarım, kulaklarıma dinle emri verdiğim şarkının hangisi olacağını.
Dünyamı iki es arasında yaşayabiliyor olamamam çok acı. Harcayacağım bir ömrü, harcadıktan sonra mı harcamış olacağımı bilmiyor olmam da. Harcamayı istiyorsam, kayıp mıdır bu kazanç mı...

İDİL.

Gene banyodan çıkınca saçlarımı kurutmadım. Eskiden çok seviyordum saçlarımı babamın ve daha ergen dönemlerimde annemin kurutmasını. Son iki yıldır hiç sevmiyorum. Sırf bu yüzden sinüzit oldum.
İş yerine dair tek üzüntüm edindiğim iki arkadaşla zor görüşecek olmam. Bir de, altta kaldım gibi geliyor.. Acaba, çocukça mı davrandım? Babama çekmiş hissediyorum bazen.
Babamı özlüyor muyum, diye ne zaman düşünsem, telefon ediyorum. Bazen gözlerim falan doluyor. Telefonlarımı genelde birkaç saat sonra görüyor o. Konuştuğumda da hep çalışıyor oluyor. Onun kadar çalışmaktan çok korkuyorum. Ne zor bir şey aile kurmak. Ne zor bana para ver diyen birinin hesap numarasını sormak yükümlülüğüne sahip olmak. Baba olmak bu sistemde çok zor. Bu sistem hakikaten zor.
Ya da ben çok şımarığım? Babam yüzünden işte. Annemin de var etkisi elbet. Ama işte, sistem böyle....

Tori Amos dinliyorum, Sleeps With Butterflies. Benden sana gelsin. Çat diye karşıma çıkıp pat diye hayatıma girdiğin yetmiyormuş gibi, özlüyorum da seni, sizi. Sistem böyle..

20110831

Hüzünsüzlük hallerinden en uzaklaşmış olduğunuz anların sonlarına en yakın anlarda hüznün allahını yaşayabilişiniz sizi şaşırtmamalı. Bazen, hüzün sevildiğinden de daha sevilesidir. Bazen, değerin tamamını, o hüznü hakedecek kadar hakeden kişiler pat diye çıkar karşınıza ve siz dehşetle ve şaşkınlıkla yerden toplamaya çalıştığınız çenenizi, özlem içerikli sözcükler söylemekten men edemeyecek kadar duygu yüklenmişseniz, dökülen her bir damla gözyaşı, o ana çok yakışır.
Bazen, hüzün kovulasıyken, bazen sarılınasıdır..
Ve, ömrümce seveceğimi düşündüğüm, ömrümce sevmeyi umduğum, ömrümce sevilmeyi dilediğim bir sürü insan, şimdi başka kentlerde, başka adreslerde, az veya çok akıllarından geçirmektelerse beni, bu kesinlikle rastlantı değildir.
Kader mi? Sanmıyorum.
Ama, kaderin böylesi, sevilesidir :)

20110814

Müthiş bir arzu ve düş gücüne sığınarak kendinizi ait kılabileceğiniz 2+1 hayatı, elinizde en sevdiğiniz kupadaki sıcak kahve ile karın yağmasını seyre dalacağınızı umduğunuz bir tünenesi pencere kenarı, dekorasyon dergilerindeki pahalı alıntılara bakıp gene de fikir edinirim diye zaman harcadığınız o anlamsız ümidi kırıp atın kafanızdan.

20110809

Bayım.

Mütemadiyen gereksiz hissedip, çoğu zaman da hınçla kendi kendine işkence edecek kadar beğeni ve takdirden yoksun kıldığım kendimi, tarafı olmadığım bir savaşta mağlup ettiğime tanık olmak istemeyecek kadar beni dıştalayan sizi, sizin şişkin ve dolgun ve kuvvetle muhtemel doygun bedeninizi, kendi acılarınızı geri plana itip benim acımamı zevkle izleyeceğiniz bir kurguya hapsettiğiniz, artık hissedilmeyen, eskiden değer verilen benliğinizi, hayatımda kimseye hissetmediğim kadar çok, gerçekten çok, evire çevire dövmek istiyorum.

20110730

"Bunu senden beklemezdim" türü cümleler yasaklansın.

Son iki yılımda düzenli olarak hayat dersi alışımla övünmem gerek sanırım. İnsanları neden sevemediğimi, neden daha çok sevmediğimi, neden daha az sevmeye başladığımı, neden eski masumca hislerimden çok uzak düştüğümü mütemadiyen yeniden hatırlatan bir sürü olay var cepte.

Bunları yaşamadan önce daha sert müzikler dinliyordum. Şimdi Audioslave'e bile zor tahammül edebiliyor beynim.

Hey allaam...

20110702

Teoman.

Şaşıp kalamayacağınız günlere gebeyse geleceğiniz, er ya da geç biteceğinden de emin olmuşsanız ilişkinizin, "ben," dersiniz; "ben neden seni seveyim ki artık?" Babalarının kandırdığı on binlerce kız ve erkek çocuktan biri olamadığınız için kendinizle övünecek kadar yozlaşmışsa ailesel hisleriniz, "ben," dersiniz; "ben neden ait hissetmek isteyeyim ki?"

Yolunuz hep vardır üzerinde yürünecek. Hep planlarsınız, düşlersiniz, arzularsınız.

Sonra arzuladıklarınız, düşledikleriniz, planladıklarınız sizin kabusunuz olur. En özgür düşünenden daha gerizekalı olduğunuz için sizin özgürlük anlayışınız hep kıt kalacaktır. Bunu fark ettiğiniz zaman, "ben," dersiniz; "ben neden yapayım ki bunu şimdi?"

Ve o çıkamadığınız yollar sizi beklemekten sıkılıp, yeni yolculara kucak açtığı zaman görür bunu, isyan ederek "ben," dersiniz; "ben neden gideyim ki artık?" Ve gidemediğiniz, gitmeyi öğrenemeden unuttuğunuz bir gelecekse sizi bekleyen, ve artık şaşıp kalamayacağınız günlere de gebeyse üstelik, "ben," dersiniz; "ben ..."

Paramparça.

20110629

O halde:

HA-HA-HA ...

Vedalar hiç bitmez.

Genelde yalandan kimse ölmüyor; fakat her şeyin zıddı ile var oluşu, her şeyi tamamiyle zıddıyla algılayabilmemiz gerektiği manasına mı geliyor? Kısacası, yalandan kimse ölmüyorsa, gerçekten herkes ölüyor mu demeliyiz? Daha da önemlisi, bu "gerçekten ölme zorunluluğu" asli bir zorunluluk mudur?

Ama ölmek gelmiyor içimden.

Demek ki gerçek hep öldürmüyor.

Çünkü, bir defa daha herkesin kendi yoluna giderken, bazen vedaların da es geçildiği bir dünyadayım. Görüldüğünde gözüne tek bir öpücüğün, burnuna tek bir kokunun gelmediği bir eski sevgilinin, ardılındaki sevgilinin de eskileşebileceğini öğretebilmesinden daha büyük bir faydasının olmadığını dikkate alırsak; evet efendim, her sevgililik sona erecektir. Er ya da geç ve öyle veya böyle.

Çünkü zaten hiç başlatılamamış bir şeyin sona ermesi olgusu komiklikten başka bir şey değildir.

20110604

Kısa yoldan para kazanıldığı, çabucak zayıflanıldığı, hızlandırılarak dil öğrenildiği gibi, seksen sayfada depresyondan kurtulabilen insanlar var şu hayatta.

Onlardan mı olmak gerekiyordu bilmiyorum.

Ama milyar verip annemi affederek mutlu olacaksam, ben buna güler geçerim. Adımı hesap numarasından başka bir şeyle alakalı görmeyen adamın teki mi kurtaracak beni kendimden?

Gelin ben bedavaya yapayım.

Valla bak.

20110601

Bir haftadır uyuyamıyorum. Umrum değil.

Bir gece stresten burnumun isyan edip bayıltana kadar kanadığını hatırladım. Yanımdakini uyandırıp kollarında bayılmıştım. Ne kadar da korkmuştu... Ne kadar da mutlu olmuştum korktuğunda. Belki değişir demiştim.

Hatalı değil ki kimse. Belki benim acele etmem dışında ben de değilimdir.

Özlemek hissini bünyemden tamamen atmak için ne yapmam gerek bilmiyorum. Ama ciğerim söküldü, beynim patladı gözlerim işlevini yitirmekte. Tutuyorum kendimi... Tutuyorum. Tutacağım.

"Dünya tam da olması gerektiği gibi. Kendisini kurtarmayanı kimse kurtarmaz."

Hadi ..

Hadi..

20110530

Henüz tanrı hakkında yorum yapabilecek yaşa gelmedik.
Henüz annemizi yaklaşımları konusunda eleştirecek yaşa gelmedik.
Henüz bizi üzen şeylere çözüm bulacak yaşa gelmedik, bırakalım bizim yerimize onlar düşünsün.
Henüz anlayacak yaşa gelmedik, hiçbir şeyi hem de.
Güdüsel hareket ediyoruz hepimiz. Öfkemizle, aşkımızla, doruklarımızın kendilerinde bile her daim güdüseliz.
Hayvandan farksızız.
Bunu anlayacak yaşa henüz gelmedik.

20110526

isyan.

Şimdiiii,

Benim bazı sorumlulukları rafa kaldırıp tozla süsleme alışkanlığı edinmem başta olmak üzere tüm üniversite öğrenciliği hayatım sorgulansa, sanırım elde avuçta gene bir iki güzel şey kalacaktır. Gazi'nin iç sömürücülüğü, gençlik öldürücülüğü, ümitsizleştirip standartlaştırıcılığı, yaratıcılığı sıfırlayıcılı ve sorgulayan beyinleri kurşunlayıcılığı hemen her arkadaşım gibi beni de tesiri altına aldı kabul ediyorum. Geç kaldım onun da farkındayım, yazık ettim senelere.

Gene de yapamıyorum, hadi okul bitti biz hemen hayata atılalım mantığında olanlara dönüp, zaten yaşadığımız şeyin adının "hayat" olup olmadığını sormak istiyorum. "Eller havaya, baba parasıyla dünyayı tüketiyoruz biz.." diyen biri olmadım ki ben bu yaşıma kadar zaten. Dokuz on saat ayakta kalıp yirmi lira da kazandım bir sene.

Şimdi sırf herkes öyle yapıyor diye kpss'ye mi gireyim? Söz dinleyen sevgili olup kendimi yola çıkmaktan mı alıkoyayım? Acı dolu zamanlarımı yaşanmamış ve onlardan hiç ders almamış gibi, büyüklerimizi memnun etmek için ayakları yere sağlam basan aşklara konu olup kırmızı kuşak mı kuşanayım? Televizyon kanallarıyla anlam kazanıp sanatı mı yadsıyayım? Kendimdeki potansiyeli hiç keşfetmeden, düşünmeyi bir kenara bırakarak salt "yük olmayayım" diye bu yaşımda hayatı mı bırakayım?

Hayata atılmaktan anladıkları bu mu cidden?

Para merkezli bir düzen kurmakta sıkıntı yok, herkes çalışarak para kazanabilir, bazısı çalışmadan da kazanabilir. Ama ben vazgeçmeyeceğim cümlelerimden, düşlerimden, düşünmelerimden, hüzünlerimden, şarkılarımdan, kitaplarımdan, tartışmalarımdan, eylemlerimden, dostlarımdan, inanışlarımdan... özgürlüğümden.

Mezun olunca ne yapacağım mı? Sen mezun olduğunda ne yaptın?

Ben mezun olduğumda, mezun olduğunda ne yapacaksın diye sormayacağım.


20110525

Elimizde patlamış faturaların şerefine kadeh kaldırıyorum... En ucuzundan bir kadehe konmuş en ucuzundan bir şarap ile. Fonda Paul Cantelon'dan Inside Out çalmakta. İki güne kalmadan son dakikada şahsımı gömecek bir finale hazırlanmak adına kötü bir güne başladım. Gece eve geç geldim, çok da geç değildi ama geçti... İsmen. Hiç hoş olmayan bir kavga koparttık evde. Hoş olan bir kavga varsa bile ben hiç görmedim gerçi. Digiturk faturası da ikiye katlanıp elimizde patlamış, ev bomboş, dolap tamtakır, bir yerlerden bulduğum bir iki lokmayla beslenirken alışkanlık gereği seyrettiğim Comedy Max'i izleyemeyince televizyonda izlenebilecek yegane kanalın teretebir olduğunu ve o esnada gülben adlı programın olduğunu görünce çok buruldum. Ne yöne baksam eleştirilen- her daim otuz-kırk yaş üstülerce- çitlenen çekirdekten farksız sevmelere, gömlek değiştirir gibi değiştirilen partnerlerden şikayetçi bir sürü kadın... Bir tek Suzan Aksoy karşı çıktı bu menapozlu- andropozlu ahkam kesmelere. Bir yaşam tarzı eleştiriliyorsa arkadaş, neden o yaşam tarzına sahip birini de cesaret edip çağırmazsınız programınıza? Daha verimli geçer işte programın seyri, bir şeyler tartışılır falan.

Türk insanı tartışmayı sevmiyor ben bunu anladım. Hatta insanlık sevmiyor. Ben de sevmiyorum işte. Eleştiriyi sevmiyorum. Sana ne, ona ne, kime ne mantığımı paylaşmayanları dinlemek istemiyorum.

Al işte ben de Türk'üm. Gene de beni çağırsalardı ben gider konuşurdum. Yok, illa ahkam kesecekler. İlla tiksindirecekler.

20110521

Yabancılara yabancılık çekmemeyi öğreneceğim.
Yabancılara yabancılık çekmemeyi öğreneceğim.
Plastikleşengillerin de doğal olduğu iddiasını savunmuyorum. Aslında eşitliğin mutlaklığı konusunda da söyleyecek bir çift sözüm olacak... Yitirilen savaşların en önde koşucuları ile ilk ölen atlarının çürüyüşünü izlerken bunu emir gereği yapan generallerle ben eşit değilim. Onlar benden daha iyi yaşama hakkına sahipler zaten.

Tiksiniyorum varlığınızdan.
Tüm hayatınızca merak etmenizi bekledikleri şeyleri, gönül almak için merak etmeye başladığınız ilk saniyeden itibaren nefes alışınızla uzaklaştırılmışsanız ve sonrasında, yaratılmış tüm boşlukları kendi kendinize doldurma fırsatını size, var oluşuyla size hakaret gibi gelecek birçok kişinin iğrenç cümlelerle terki zerki vermişse, şanslı azınlıktanlığınızla barışın.

Çünkü şimdi merak etme ihtiyacı duymadan, sevmeden seviyorum. Tiksinmem gerekenlerden tiksinirken, kendimden çok kimseye harcamıyorum nefesimi ve nefsimi.

Hayat hayattır.

Seks sekstir.

Biz biziz.

20110515

Karanlıkta yaşanır hüzünler.

Hayatımın belli bir aşaması olan bir mutlu insan güruhu çoğu zaman bana çok yabancı...

En çok da karanlıkta.
Ve birgün uzun uzadıya düşünmeye bile vakit tanımadan kendinize, sırf ceza olsun diye sizi sözde sevenlere, çekip gidebilmek cesaretini kendinizde bulabileceğinizi düşüne düşüne harcadınız ömrünüzü.

Oturup dövünün şimdi, birkaç orgazma talim ettiğiniz yaşlı bedeniniz ve zayıf ruhunuz için dökün, değersiz sicimlerinizi.

Kimse dönüp bakmayacak. Biliyorum bunu.

20110514

Çok biriktirdim bir süredir. Yazmam gerekiyordu, dinlenmeyi yeğledim. Bazen yazmak bile çok bitkin kılabilir kişiyi.

Birtakım planlar yapmaktayım.. İstanbul'a gittim çok yorgun ve yoğun geçmiş bir gecenin ardından. Üç saatlik uykuyla yolculuk seansı uyguladım kendime ve gene, hiç şaşmadan olduğu gibi, çok çok iyi geldi.

-evet gene yazamıyorum.-

20110505

Bir olay yaşanırken biraz uzaklaşıp dışardan bakmayı,

Kimsesizliğimle mutlu olmayı,

Kendi çelişmelerimi azaltmayı,

Daha özel, daha güzel hissetmeyi,

Her insanın iyi olduğuna inanmamayı,

Sevdiklerime varımı yoğumu sunma huyumdan kurtulmayı,

Anlatmamam gerekenleri kendime saklamayı,

Sonsuzluk algımı normalleştirmeyi,

Daha az suçluluk, daha çok sorumluluk hissetmeyi,

Daha az duygusal, daha çok mantıksal olmayı,

Eleştiriye daha az ve daha makul tepki verebilmeyi,

Daha sakin olabilmeyi,

Daha tutkulu yaşamayı,

Daha önemli şeylerle uğraşmayı,

Kafamı daha anlamlı şeylerle daha fazla doldurmayı

ÖĞRENECEĞİM.

20110430

İran'a Gider.

Gerçeklik anlam kaymasına uğradı.

Şu an bu satırları yazmam, nefes alıyor, ellerimi kullanıyor ve aynı anda sarı bardağımda ılık süt içiyor olmam gerçekliklerinin dışındaki nesnel gerçeklikleri kabullenebilirim. Fakat, benim gerçekliğim bir başkasının gerçekliğinden çok başka bir gerçeklik olabilecekken, neden kabullenerek yaşamayı seçeyim?

Gibi olmak ve gibi yaşamak amacıyla gelmediğimizin hepimiz az çok bilincindeyiz sanırım, ya da umarım. Ama annesi gibileşen bir anne gibi olma korkusuyla çıldırmak da anlamsız. Her şey elindeyken neden bunca şikayet etsin ki insan?

Her ayrı saniye yaptığımız bambaşka seçimler bizi bulunduğumuz yerlere, olduğumuz kişiye taşımakta. Benim bir buçuk iki yıl önce tüm gerçekliklerim kıtlaşmıştı, bunu ben istemiştim. Dünya üzerindeki düşünen bir iki ayaklı varlık olduğum gerçeğini rafa kaldırıp, kendisini müstakbel kocasına adamış bir kadın halini almıştım. Ne okul, ne hayat, ne kendim, ne başkaları umrumda bile değildi.

Sonra çok büyük dersler aldıran şeyler yaşadım. Eğer ezberlenmişlere adapte etmiş olsaydım kendimi, muhtemelen bu utançla yaşayamayacak, bu acıyla kendimi öldürecektim falan. Evet, bence de saçma..

Mesela, karşınızdaki kişinin siz vaktinde kendisini çok sevdiniz diye, hala sevginizi hak edebilecek bir kişi olmayabileceğini öğrendim. Bazılarının değişime ne kadar kolay adapte olurken, bazılarının hayattaki en büyük korkusunun değişmek ve kendisinin dışındakileri de düşünmek zorunda kalmak olduğunu öğrendim. Aynı zamanda da, değişimin aslında ne kadar faydalı bir şey olabileceğini fark ettim.

Kötülük sonradan kazanılan veya doğuştan gelen bir şey olabilir. Ama bende bile bile kötülük potansiyeli düşük.. Belki de sırf bu hırssızlığım yüzünden akademisyen olmam olası değil. Ya da diplomat.

Değer değişkenmiş, anladım. Çoğu zaman karşımızdaki, bizim kendisine vereceğimiz değeri haketmeliyken, sırf öyle gördük ya da öyle koşullandık diye, bazı karşı cinslerin bu genellemeden muaf olduğunu, bunu da gene kendimizin yaptığını öğrendim. Karşımızdaki, bize kötü davranmaya başladığında biz, bu kötülüğü haketmişçesine susup kalıyor, kabulleniyor ve hala sonsuz aşk hayalleri kuruyorsak, bu aptallıktan ziyade aptallaşmaktan oluyormuş. Kişi, nasıl ki öğrenme isteğiyle yanıp tutuşabiliyorsa, aptallaşma aşkı ile de çıldırabilirmiş.

Sonra, nedense hala fark edememiş olduğum bir gerçekle, tüm çıplaklığı ile burun buruna geldim. Tanıştım evet, erkek egemen toplum gerçeği ile. Tecavüze uğrayan kadının hatalı olduğuna, terk edildikten sonra bir başka erkeğe gönül veren bir kadının, DOĞASI GEREĞİ DOYUMSUZ RUHA sahip olmasının, KALBİ YARALI ERKEK tarafından büyük acılar neticesinde kabullenilebileceğine körü körüne inanan bir yüce insan, bir sevilen insan, bir büyük ağabey sonuna kadar inanmaktaymış. Ben de bir kadınım.

Ve benim gerçekliğimin çelişmesi bana çok da anormal gelmezken, neden onların gerçeklikleri ile aykırılığım onların kanına bu kadar dokunuyor onu anlamaya çok çalıştım. Anladım ki, her ayrı insan önce kendini düşünebiliyorken, bazısı daha da fazla düşünüyor kendini.

Karşısındakini, kendince, karalama hakkını elinde tutabiliyor mesela. Dibine kadar inanarak yapıyor bunu. Kafasını ezmek istiyor, başka birinin elini tuttuğunda ve dudağını öptüğünde onu "namussuz diye" taşlamak istiyor. İçten içe sürdürüyor magandalığını.

Onlar gibi değiliz diye, neden bizden nefret ediyorlar ki? Ortada gerçekler varsa, en büyük gerçek, sadece farklı olmamız değil mi?

Farklılık nefret sebebiyse, ben farklıyım. Benden nefret etsinler.

Ben sırf öyle gördüm diye öyle olabilenlerden değilim. Öyleleşmek isteğim yok.

Ne olmak istediğimi biliyorum; ne olmak istemediğimi de.

Red Hot Chili Peppers - Road Trippin' (Video)

20110422

Hayatımın en zor en kötü gecelerini ve günlerini son iki senede geçirdim.. En güzel zamanlarını da. Çok büyük farkındalıklar yaşadım: Boşboğazlığımı dizginlemeliyim, acılarımı genellikle kendime saklamalıyım, net kalıplardan sıyrılmalıyım, büyük konuşmamalıyım, daha sakin kalmalıyım kavgalarda.. falan. Büyük hayaller de kurmamalıyım, sonuçları bu hayalkırıklıklarının.. Aldıramıyoruz bazılarını kalbimizden. Sonsuza dek özel kalacak anılar toplayabilmişliğimizle övünüyoruz iyimsersek.
Kafam allak bullak, sabaha kadar ağladım, kalktım gene ağladım. Artık hayal kuramayışıma, herkesin yaşadığı acılarla herkes gibi olmaktan çok uzaklaşmama, çevremdeki tanıklıkları deneyimleme olasılığıma, tek amacımın gitmek olmasına, bağ kuramayışıma..
Söz verdim dün gece. Kendime, geçmiş olana. İkisine de söz verdim. Bırakmayacağım kendimi öyle olmayacağım. Bırakmayacağım kendimi.
Biraz zorlayacağım kendimi bağlanmaya...
Günü gelince pişman olacak mıyım, hiç denemedim diye? Çok özleyecek miyim?
Daha şimdiden başladım özlemeye.
Bir kez çok sevdiğinde bir daha sevemeyengillerden güruhuna katıldığım, terk edildiğim o güne lanet okumak istiyorum..
Ama okumuyorum. Okumayacağım.

20110417

Birini kaybetmekten korkmaya başladığın an oradan uzaklaşmalısın..Kimse çok sevmeye tahammül edemiyor.
Ve kimse samimiyete tahammül gösteremiyor. Dilinin en ucuna bile gelse, kötü hissettiğini bilmemeli hiçbir insan.

20110416

Keyfine yaşamak.. Kafana estiğince.

Sonra o esintide savrularak.

Keyfine yaşamak..

Kafana vura vura öğrettiklerini,

Kafanı kırarak geri alırlar elbet.

Sen, zırılda. Elinden başkası gelmedi, gelmez; gelmeyecek.
Reddedebilecek miyim günü gelince tüm aidiyetleri? Mülkiyetin kendisine küfredebilecek miyim? Aslında özgür yaşadım ömrümce. Çoğu yaşıtım ve eş konumdaki genç insandan çok farklı bir şekilde.. Bu yüzden ikna olamıyorum bile bile bağlılığa. Körüksüz yanmalara. Manasız geliyor sıkıcı bir gelecek kurma çabası. Ve kızıyorum hayatı unutup paraya dalanlara.

Bundan bir sene önce evlenip çoluk çocuğa karışmaktan söz ediyordum. İlginç. Şimdilerde "evlilik yok, çocuk olmaz, amaaan dünyaya da bi kere geliyoruz, ben çok mutluyum zaten" halim daha aktif.

Taklitlerinizden sakının: Günü gelir sizin taklidinizi de yaşam felsefem belleyebilirim.. Bana güven olmaz.

Çok seversiniz. Evet, çünkü size benziyorumdur.

Kendime en çok benzediğim anlarda yalnız olmamın açıklaması da bu sanırım..


Bütün gücümü devreye soksam,
Sussam sonuna kadar sussam
Gözlerim inkar etse de görmese geçişini kapıdan.
Ve bitse tüm anmalar,
Geç anlamalar.

Geç kalınmış her ayrı şey için üzgün olabilirdim
Değilim.

Neden değilim?

Kızamıyorum. Sonra geçiyor. Çok kızıyorum bu sefer.
Unutuyorum unutuyorum..

Geçiyor, bitiyor
Susuyorum
Sonra gecenin bi saati akla geliyor
Üzüyor.

Neden?

Bilmiyorum..
Ama karar ver.

Özlediklerini sor kendine. Aslında ne kadar büyük bir boşluğu izlediğini anlamaya çalış. Aslında ne kadar çok acının var olduğunu o asılı geçmişte. Bir yerlerde sağ kalmış bir iki ruhu birkaç yaralı bedene koyduğunda ne denli pişman olduklarını sağ kaldıkları için, hatırla. Unuttuklarını birer birer hatırlattı zaman sana. Birer birer yaşadın dakikaları. Hani ağır geliyordu bu acı? Şimdi özlediğin o acı mı?

Karar ver.

Kafanı kaldırıp baktığında göreceklerinin rengi temiz mi? Ondan önce, sen kendin temiz misin? Hani aydınlıktı bakışların? Aksine, karanlıktan ibaretsin.

Ve düşünmeye çalış, hatırlamaya. Şarap tad vermez oldu paylaşılmayınca. Paylaşıldığında kızaran dudaklar başkalarını öpebildiler.. Şarabın tadı hala güzel.

Ama hiçbir cümle de susturmuyor ki.. Can acısı sebepsiz olunca iyi hissettirecek bir sebep de bulunmuyor. Bok gibiyim.

c.

Gizlice öfkeleniyorum kendi kendime. Kimseye söylemiyorum, tamamen kendime saklıyorum bu öfkeyi.. "Yanlışlıkla" yaptıklarımızın bağlayıcılığı var mı diye ne zaman düşünsem bir polis kapıma dayanmış gibi geliyor sanki. Boğulacak gibi oluyorum.. Yüzüm asılıyor istemsizce.

Birileri sizi çok incitebilirler. Bu birilerine duyduğunuz tüm samimi hisler birgün sona erebilir. Artık umursama sınırlarınızın dışında, kendiliklerinden kalabilirler.

Ama neden, biri, sadece biri, o sınırların tam sınırında sapasağlam dikilebiliyor? Neden can acısıyla gözlerimi silerken aklıma imdat diyebileceğim isim olarak gelen kişi hiç değişmiyor?

Bilmiyorum ben neden böyleyim. Belki de zamanı zorluyorum, korkutuyorum, gelemiyor korkudan.. Bilmiyorum.

20110411

"You don't mean nothing at all to me; you could mean everything to me." demiş Furtado ablamız.

20110410

İyiliğin sonsuz hali yoktur. Kişi kendini iyi etme gücünü sömürmek durumunda bırakıldığında hiç düşünmeden yapmalıdır bunu...

Gün içinde erken uyanıp kütüphaneye gittim. Cennetimde okuyarak ibadet halindeydim, arkamda fısıldayan dersçalışangiller bile sorun olmadı. Rahatladığımı, gitgide daha da iyi hissettiğimi fark ettiğim anda önümüzdeki dokuz ay adına kafamda bir B planı geliştirdim. Kısacası her şey olabileceğinden de iyiydi, ben çok mutluydum, keyifliydim, beni evde keyif anlarım için bekleyen anne yapımı tatlılar ve bir dolu kahve beklemekteydi, hala günün başındaydım ve yapmak istediklerimin tümünü yetiştirebilecektim.

Sonrasında olması gereken oldu ve geçmişe kurtarıcı rolünü kendimi bürüyüp gömmemekte ısrarcı olduğum adı eski kendi mevcut kişiyle iletişime geçtiğimde, görüşmekte olduğum başka birinin varlığını kesin olarak dillendirdiğimde karşımdaki insan beni öldü bil diyerek kendi kendini geçmişe gömdü çıkmamacasına.

Nedense sonrasında kendimi kötü hissettim, belirtmeliyim. Kendimi suçlama eğilimim biraz hastalıklıdır benim.. Herhangi birini kırmak istemem; fakat biri beni kırmışsa otomatik olarak buz kesilir ve bu insana karşı bütün samimiyetimi ve ilgimi keserim. Çoğunlukla görüşmeyi de keserim çünkü çok bellidir sevdiğim veya sevmediğim. İyiysem de çok belli ederim kötüysem de. Zorlayamıyorum kendimi kısacası..

Şimdi vakt-i zamanında hayat boyu seveceğime kendimce inanmış olduğum, çok özel şeyler paylaştığım, bir taraftan dostum bellediğim birine karşı gerçekten çok az seviyeye inmiş hislerim, onun kalbini kırdığında ve daha da önemlisi ben kendimi onun yerine ne zaman koysam kendime olan kızgınlığım büyüdükçe büyüyor...

Neden bilmiyorum; ama bunu benden başka kimse de yapmıyor! Yani mesela, bugün sordum ona, "ben seni yanımda istediğim zaman nerdeydin?" diye, o esnada kendini iyileştirme çabalarındaydı. Ben acının doruğundayken o arkadaşlarının kendisiyle tanışmasını istedikleriyle deneme sürüşündeydi.. Birinden birine ilgisi düşündüğünden ileri boyutta olsaydı ve şu an onunla güzel bir ilişkisi olsaydı ben nasıl hissederdim bilmiyorum; ama eminim ki artık bundan öncesi kadar canım yanmayacak. Bir nevi savunma mekanizması bu: İstesem de istemesem de acıtamıyor beni varlığıyla soğuduğum zaman kişiler. Bir nevi çok sağlıklı ama bir anlamda garip; çünkü başkasının beni incitmesinin eksiğini ben kendimi acıtarak kapatıyorum bu şekilde; ki işte sağlıksız olan da bu.

Neyse, sonrasında bir müddet istediklerimi yaptım: Keyif, televizyon, Carnivale, kahve, atıştırma, müzik, kitap falan.. Uyudum biraz ağlayıp, iyi geldi.

Yarın son sınavdan bir önceki sınav var.. Artık aramayı ve sormayı düşünmüyorum onu. Mademki zarar görmekte, mademki benim de sorumluluk duyduğum birisi var.. Herkes benim görüşlerimi paylaşamaz ki. Herkes farklı çünkü. Ben her zaman unutabildim çünkü acımı asla kısmadım. Zamanı geldi dolu dolu acı çektim, zamanı gelince de rahat bir nefes alıp arkadaş kalabileceğimi fark ettim. Bu defa çok daha değerli bir dostumu çıkarttım hayatımdan.

Sadece şunu anlamıyorum: Nasıl oluyor da kişi hep bir şeyleri vaktinden sonra yapabiliyor? Bende de var aynı hata. Anlatmamam gerekenleri anlatıp sonrasında pişmanlık duyabiliyorum. Ama bu daha başka bir şey.. Önce yok, olmuyor deyip telefonla terk edip sonra üzerinden bir yılın yarısı boyunca zaman geçtikten sonra, kısacası köprünün altından akan sulara aldırmadan, her şeyi halledeceğine ama tek sorunun benim hayatıma başkasını almak olduğuna nasıl inanabilir ki?

Durduk yere olmuyor hayatta hiçbir şey: Etkisiz tepki yok. Bugün hissettiklerimin çok sağlam bir altyapısı olduğunu biliyorum. Tek sorunum "hatırlayamamak". O hisleri unutuyorum. O saflığı. Bir anlamda salaklığı.

Ait olma arzusunun yoğunluğu hali. Aidiyet salt bedenen değil, hatta tam tersine, tamamiyle manen. Çok seviyorum'cu tavırlar. Büyük harflerle seslenmeler: AŞKIM.

Kendini bırakıp onu düşünmeler. Neden, kim için, değer mi?

Kişi değerini kendisi sömürüyor.

Bugün olduğum yerde, olduğum anda mutluysam bu kendi eserim.. Çünkü öğrenmeye başlıyorum. Geç, ama güç değil....

Her zaman kuracak bir düşümüz olsun!

20110405

Camım açık serinliğe sonuna kadar açık. Odamın beyaz ışığının altında şöyle bir ortalığı toplamaktayım. Hemen paralelimdeki salondan Beethoven duyulmakta: Eski sevgiliden zoraki bir armağan: Best Of Classical Music- Bizet, Beethoven, Strauss. Bir sürü anı, bir sürü tebessüm. Her notada bir hissediş.. Annem yolda, hayatımın lisans vizelerine girdiğim günlerde yemek yapmaya geliyor. Yemek yapmaya, ortalığı toparlamaya. Eve her gelişimizde ablamla benim anlattıklarımı sessizce ve mecburen dinleyecek.. Sen nasılsın demeyi hep sona bırakacağız. Mezuniyete an kala, gün kala, ay kala, balo için inat ettim elbise almamaya. Arkadaşlardan, abladan sömüreceğim.

Dün baba parasıyla Nikon bir fotoğraf makinesi edindim. Kızmalarımıza öfkeli sözlerimize rağmen, babalar, kızlarını mutlu etmek için para harcamaktan sıkılmazlar.

Fotoğraf makinem hayırlı uğurlu olsun bana :)

20110401

Özgür düşünen, özgür yaşayan biri olarak yetiştirilmiş her kadın için "anne" en çok teşekkürü hakedendir. Bedenim kendimden başka kimseye ait değil.

20110327

Kadınlık hissedilen bir şeymiş, yeni fark ettim. Uzun süre kendini kötü hissetmiş bir küçük kız çocuğu olmak kadın olmak değilmiş. Kadın olmak başka bir şeymiş..

20110325

Sen sonsuz aşkı "mücadele" sanıyordun. Sana kötü bile davransa o "sonsuz" olandı, olacak olandı. Sen sonsuz aşkı "var" sanıyordun.

Tac Mahal dedikleri yerin de "kıymetli" bir "cariyeye" adandığını unutma!

20110320

Bir pes edişin ta kendisi insanlık... Sevgileri bile gündelik artık. Sevişmeleri dakikaları geçmiyor. Bir yok oluşun ta kendisi insanlık... Sevgim bitti. Dünkü gibi.
"Eğer"i düşünmüş bulmuş adama el-fatiha.
"Keşke"yi bulmuş adama yazıklar olsun.
Bazı insanlar bazılarının hayatlarında salt "ben demiştim" ve "ben böyle olacağını biliyordum" demek için vardırlar. Bazıları "yapma-etme" demekten başka bir amaç taşımazlar. Bazıları da sadece paylaşmak için vardır. Kimiyle sadece eğlenirsiniz, eğlenmek için görüşürsünüz. Bazısını deli gibi sever ve daha da önemlisi sayarsınız, görüştüğünüz her ayrı zamanda bu hisleriniz yükselişe geçer, salt yazdığı mesajlarla bile başınız döner, cümlelerine bayılırsınız çünkü. Bazıları düşünmek için vardır, bazıları unutmak için. Bazısı size kek kahve ısmarlamak dışında bir şey ifade edemezler, bazıları köşebaşındaki köfteciden köfte almak dışında yokturlar. Bazıları günahlarınızı anlatmanız için vardır, bazıları sevaplarınızı övmek için.

Kısacası şu hayatta herkesin bir amacı ve bir görevi vardır.

20110307

gibidir.

Halbuki tüm rüyalar gerçekti... Her düşten biraz biraz: Her kabustan. Varlığını çığlık çığlığa haykıran ergen düşlerinden de çok uzak değil "hali vakti yerinde" tavırlarımız. Kimsenin de kimseden bir farkı yok aslında. Hiçkimsenin.

Herkesin burnu biraz biçimsiz. Herkesin ufak tefek zaafları var. Çizmeli diye kediliği mi bitmişti çizmeli kedinin? Çizgiler kahraman olmadı mı ekranlarda? Nesinde gerçeklik vardı masalların? İyi biten hikayelerin başlangıcı hep olmuş bitmiş zamanları anlatmıyor muydu? Hangimiz bağımsızdık günahlarımızdan? Ve inançsızlığın en dibine vurduğumuz anlarda bile vazgeçemediğimiz kötülük kokan cümlelerimizden?

"Ve özgürlük içimde...Kalbimde." Olsa da olmasa da uğruna ne yazılar yazılmış sevgiler, sevgililer için yazıyorum bunları ben de. İşlediğim her ayrı günah, söylediğim her yalan, gizlediğim her gerçek, aldattığım her ayrı insan, dedikodusunu yaptığım her ayrı kız ve erkek için yazıyorum. Beraber uyuduğum, kokusunu sevdiğim, beraber uyumadığım, kokusundan tiksindiğim her ayrı insan için. Beraber olmayı çok istediğim, beraber olduğum, beraber olmadığım, beraber olma ihtimalinden bile nefret ettiğim her ayrı insan için.

İçeriği artı on sekiz değil cümlelerimin. İtiraflarımın da. Yaşım artı on sekiz: Kendim değil.

Ruhuma çizik attıkları kadar var olanlaradır bu cümleler. Ruhuma bir çizikten daha fazlasını atamayanlaradır. Yaptığım her kötülüğün toplamıyım... Tüm iyiliklerimin toplamı. Kokusunu içine çekmediğim kitaplar kadar olabilmek için varım. Aslında her rüyanın gerçekliğini sezdiğim bu gecede tesadüf edip dinlediğim bir şarkıyı severek anıyorum gelmişleri ve geçmişleri.

Sonsuza dek özlenecek yegane insan mı? Dün gece rüyamda, tam alnının ortasından deldim onu kurşunla. Tek kurşunla.

Ama yürüyüp gitti. Evet alnı delikti. Ama yürüyüp gitti. Yanımdan geçip, gitti.

"Cihan öldü. Onu ben öldürdüm."

20110301

Bir süredir yoktunuz... Hoş mu oldu dönmeniz?

Halbuki unutmuştuk, teninizdeki dokuyu, dokunurkenki hazzı, hafif hafif burna çarpan kokuyu, o kokuyu içe çekerken duyulan aşkı.

Ve şimdi hatırladığımız hiçbir doku, hiçbir haz.. Hiçbir koku ve hiçbir aşkta yoktunuz... Öyleyse, geri dönmeniz neden? Unutulmanın dokunması mı?

Ve fakat, yokluğunuzdan öğrendiklerimizi sorsanız, geceler gecelerce susmayız. Susmayız biz, siz susarsınız. Son cümleyi alır, eğer büker, kendi bedeninizi iki avuç içinizden aldığınız destekle o cümlenin üstüne çekersiniz. İzin vermiştik size, bizi dinlemeniz için, bizi anlamaya çalışın diye. Size izin veren bizdik, belki bizim olmanızı bile düşünebilirdik. Düşündüklerimiz aptalcaydı; ama sizinkiler de aptalcaydılar. Bizim sizin olmamıza siz mi izin verdiniz?

Aptal olmayın.. Bütün yollar size çıkamaz her zaman. Bazı adı unutulmuş sokak aralarından ayak izinizi süpürmüş olanları suçlamayın. Evet, bir merdivende öpmüşlüğünüzle yaşıyor gibiydim, o merdiven yerinde duruyor: Üstünde iki aptal "aşık" mı var şimdi?

Yo.

Ve yaşıyor muyum? Saçmalayarak, eğlenerek, severek.

Yaşıyorum, bir ağaç gibi tek ve hür... Evet evet, cümleyi siz tamamlayın.. Gene.

Çünkü sizli bizli konuşmalardan sıkıldım.

20110218

Bir anlamda çocuk avutmak için kendi kendime konuştuğum saatlere ara verip yola çıkacağım bu gece. Büyük, çok büyük kararlarım var. Neskafem ve kupam yok ailemin evinde. Esasen yatağım bile yok. Pijama altı yeterli oluyor birkaç günlük ziyaret için. Büyük kararlarımın arasında döndüğümde hayatını idame etmek adına bir iki net kararı olan, kendisinden daha fazla kimseyi ve kimsenin saçmalıklarını zerre kadar umursamayan biri olmak adına da adımlar atmış bir kişi olmak var. Kaybeden hep iyi niyetinden kaybetti. İyi niyet iyi değil.

20110214

Zaman akmakta diretirken ben hareketten yoksun bedenime hareket katan ilişkilerle oyalanıyorum.
"Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle, kendisini kurtarmayanı kimse kurtaramaz."

20110207

okumasan da.

Kimi kimsesi olmayan insanların geçirdiği soğuk gündüzlerin gecelerinde düşünme fırsatı bulmuşluğuyla övünebilmelerine hayran kalabilirim.

Bir nebze tanımışlığımla yetinecek değilim bazılarını. Karşıma alıp laflayabileceklerime tutulacak değilim. Kısa zaman aralıklarında samimiyetler kurmayacak da değilim aslında, neden eğlenilmesin ki? Ama tiksinilesi bir benzerliğe tanık olmak can sıkıyor: Farklı olduğunu zannettiğin diğerleri arasında aynı sen gibi olan milyonlarca ve hatta milyarlarca kişi var ve sen bunlardan tek bir tanesini bile tanımıyorsun! Üstüne üstlük karşı cinsin olursa bu aynılık, onunla uyuşma olasılığın da azalıyor... Trajikomik.

Komik, dedim, güldüm, çok güldüm hatta. SENİ ÖĞRETMENİM İLAN EDİYORUM.

Bir tarafından diğer tarafına alaka kurulamayacak binlerce laf... Laf kalabalığı, lafın kaba taslağı. Lafın kabalığı. BEN-BEN-BEN. Herkesçe dillendirilen ve herkesçe farklı şekilde özenilen ben: Benim ben'im senin ben'inden ÇOK BAŞKA. Ben severim düşünmeyi...

İhtimali vardı sevmelerin veya sevişmelerin veya hem sevmelerin hem sevişmelerin ve hatta sevişmeyi sevme sevmeyi sevişme zannetmelerin. Bazı ihtimalleri sevmediğimizde dudaklarımızı büzüştürerek yürürüz, aynaya bakana kadar dudaklarımızın büzüşmüşlüğünü göremeyiz. İşte, bu son olasılık çok kez gerçek oldu bu aralar. Yaşamak zorlamıyor eskisi kadar: Gene bozuluyor paralar, gene sisteme çark ediyorum, gene düşüyor gene düşlüyorum, gene yatıyorum tembelce ve çoğu kez boş geçiriyorum zamanımı. Evet hala değişen bir şey yok, değişecek bir şey de olacak gibi durmuyor. Ama ben gene de anlatmayı sürdüreceğim.

20110206

Mumford And Sons - I Gave You All

sth

Bazı ayakların sesi vardı. Bazı saatler daha kaliteli bir gürültüyle uyandırıyordu koltuğunda hazımsızlıktan rahatsız oturmalara. Bazılarının baş parmakları serçe parmaklarından daha inceydi. Bazıları da daha pahalı günşe gözlükleriyle çıkıyorlardı sokağa. Bazı arkadaşlar daha suskunlukla arkadaşlık ederdi. Bazı ayakların sesi vardı; ama bazı ellerin sesi daha çok çıkardı. Mesela bazı eller piyanoyu konuştururdu, bazılarıysa gitarı. Bazı kulaklar daha büyük olduğu için daha çok küpe deliği oyulurdu onlara. Bazı duygular daha çok duyguydu. Ve bazı günler, daha çok gülüyordu kişi, bazı günler daha çok ağlıyordu.

Sonra birkaç melodiyle uykuya dalıyor ve arada birkaç kişiye sessizce küsüyordu.

20110205

Biliyor muyduk yaşayacaklarımızı günün birinde? İki küçük çocuk gibi evciliğe tutuştuğumuzda, hayatın hala akmakta ve zamanın bize iyi şeyler getirmeyecek olduğunu biliyor muyduk? On sekizinden sonra birinin karısı veya birinin kocası olmamış kaç insan var çevrede? Karşılıklı kandırmaları şakalaşmak zannedecek kadar ufak olduğumuzu kaç yıl geçince görebileceğiz? Bir şeylerde bir hata var- bir yerlerde bir yanlış- bir eksik- bir sorun.. Durun! Neden durdurmadı kimse? Ben büyümeden, sen büyümeden, biz büyümeden, büyük düşler kurmanın nesi yanlıştı? Kim kimi çok acıttı aslında? Acıtamadı ki. Arada bir duvar, sürekli bir ses: Duvara fırlatılan topun sekmesi sesi. İşte yaşanan buydu. Biliyor muyduk her şeyin en başındayken? Ki en sonuna geldiğimiz zaman bile bilmiyorken, başlangıçta neyi neden düşünecektik ki? Düşünmeyi bıraktığın zaman iyisin, gerekçelerim var seni sevmek için. Bahanelerim var. Seni sevmek zorundayım! Sen biliyor muydun beni sevmek zorunda olduğunu? Ben düşünmediğim zaman sevdiğin için beni. . beni düşünmekten alıkoyan senin sözlerin miydi kendin miydi? Şimdi ben sorsam sana, bilmiyorum işte bir sürü ıvır zıvır, sorsam, tenezzül eder miydin cevaplamaya? Cevapsız bırakmaya tenezzül eder misin ya da? Çünkü o topun sesini hala duyuyorum. Hala o duvarı görebiliyorum. Biliyor muyduk ne kadar saf, ne kadar komik ve ne kadar zavallı olduğumuzu önceden? Şimdi ben biliyorum, sen biliyor musun şimdi bunu? Unutmaya başlıyorum her şeyi, zorlamıyorum kendiliğinden karışıyor geçmişe.. Düş gibi, uzak durdukça daha da uzaklaşıyor. Rüyamda bile görmüyorum seni bir aydır. Unuttuklarımız aslında bağışladıklarımız mı? Yoksa unuttuklarımız, çoktan unutulmuşluklarını mı hatırlatıyorlar yalnızca? Bir terk ile yok olur mu insanlar? Sanmam. Biliyorum bir yerlerde kalbin hala atıyor. Sesini hatırlıyorum, ama neler söylediğini hiç hatırlayamıyorum. Bazen çabalıyorum, o evcilik hallerimizi hatırlamak için, evet hatırlıyorum, fotoğraflar hatırlatıyor, evet silmedim hiçbirini, hatta bir iki tane çaldım başkalarından ayrıldıktan sonra da. Evet evet, hatırlıyorum, ama hatırladığımın adını bir türlü koyamıyorum. Geçmişinden ders alırken geleceğini genelleyen kadınlar güruhu: Dünyada gereğinden fazla kadın var! Gereğinden fazla etek, gereğinden fazla topuk sesi. Gereğinden fazla gözyaşları içinde kadın var bu dünyada. Ben de o kadınlardan biri oluyorum. Varlığın daha eğlenceliydi, beni sınırlıyordun, basitleştiriyordun, isteklerimi küçültüyordun ve yetinmeye şartlıyordun. Olduğum kişiyi henüz bulamamışken, ama ben buyum diyordum sana. Dememle de değişmiyordu ki, bir şekilde senin dediğini yapıyordum gene. Gene evciliğe çıkıyor sonuç. Kabullenebiliyor muyum, yo. Sanki paralel bir zamanda yaşıyoruz hala evciliklerimizi. Hala göstere göstere yaşıyoruz sevgimizi, gülüyoruz falan. Ha, ne diyordum? Varlığın daha eğlenceliydi gene de, çünkü bu ara daha bi basit hisseder oldum. O kadınlar güruhundan çıkamıyorum, o kadınlar güruhunun arasında da yalnızım o ayrı. Ama ne çok konuşurdum seninle, onun yerini dolduramıyorum bir türlü. Eskiden sen vardın, başkalarıyla konuşmak da çok iyi gelirdi ama, sen değişmez sohbet edilendin, iyi ki denilendin. Şimdi başkalarıyla konuşamıyorum. Konuşmak gelmiyor içimden. İyi tanımıştık sanırım birbirimizi, çok alışmıştık birbirimize. Şimdi sanki ne söylersem söyleyeyim, eksik sylüyorum. Gizli kalıyor bir şeyler. İçimden gelemiyor eski gevezeliğimi sergilemek! Belki her şey çok kolaydı birlikteyken de, bana zor geliyordu. Ben hayatı senin gibi kolay yaşayamadım bir türlü. Düşünmeden geçirdiğim saniye olmasını istemiyorum ben. Sen düşünerek harcamak istemiyorsun zamanını. Ne diyorum ben hala? Kimsenin ilgilenmediği saçmalarımla kimsenin ilgilenmediği şu alanı dolduruyorum. Evet evet! Hala "onlar" var. Belki de hiç gitmeyecekler. Senin pişman olman gerekiyordu, benim değil. Hala kendimi suçluyor olmamalıydım. Öğrenemediğim için bir şeyleri, evet, tam olarak elimde tutamadığım için seni, evet tam da bu yüzden ben hala saçmalıyorum. Sonsuza kadar saçmalamak istemiyorum. Sonsuza kadar susmak da istemiyorum. Ben sadece birileriyle konuşmak istiyorum..
Çok renkli bir hayatın çok renksiz iki karakteriydik. Su bardağı kadar kıymetimiz yoktu, ki kıymeti olanlar hep susuz da yaşayabilenlerdi.

1 olan'lı 1 olmayan'lı bir denklemdi hayatı. Eşitliğin hep yaşadığı gerçeğine vardığı bir işlem. Yola çıkkıyordu mesela; ama yolda kalamıyordu, er geç varıyordu. Doğmuştu; ama bir daha doğmuyordu ölüyordu. Bir olan bir daha olmuyordu bu işlemde. Her bilinmeyenden bir tane vardı. Matematik'ten anlamayan aklıyla bu hayatı anlamak zorunda bırakılması büyük haksızlıktı! Şikayetleri yazıya dökülmeden ulaşıyordu yerine; ama hiçbir makam tarafından değer verilmiyordu varlığı ve varlığıyla güç bulan fikirlerine. Düzeltme ve özür hayatı yerine deneme ve yanılma hayatı yaşıyordu. Bütün imlâ hataları yanlarına kâr kalıyordu başkalarının; halbuki kendisi kurduğu tek bir cümlede, öznesini bile gizleyemiyordu.

20110203

msn.

yaşadığım şeyin gerçek olmadığını
beni hapseden, istenen insan rolüne zorlayan, susturan, düşünmekten alıkoyan ve en son gülmeyi öğrenememiş olmakla itham edilip terk edildiğim bir şey olduğunu fark edince biraz garipsemedim değil
halbuki yaşadığımız o anla sınırlı zannettiğimiz oluyor hayatı
sanki sonsuzluk o dakikanın kendisiymiş gibi geliyor
kişi kendini kullandırmadığı müddetçe gerçekten sevgi psikolojisine giremiyor
yani aslında bir nevi psikolojik rahatsızlık hali sevme durumu
gerçekten uzak durmak daha bi iyi geliyor
hayatımda ilk defa, bu işlerden gerçekten bilinçli olarak uzak durmak istiyorum

kalem sesi.

Aylak Adam'dan..

"Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz. "

"Kılığı düzgün bir adamın sokakta simit yemesi yasaktır. Bütün yasaklar gibi bunun da bir kaçamak yolu yok mu? Simidi kır, cebine sok. Tek elinle bir lokma koparıp, kimseye sezdirmeden ağzına at. Ama, ben dişlerim sağlamken ısıracağım."

"Çağımızda, geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışı. Onu büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar."

.."içindeki 'sinemadan çıkmış kişi'yi öldürdüler.

"Küçük kumarlarınız vardır. On kuruşluk tombalalar. Şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının 'Aaman ayol, bu ne kötü şans böyle,' sözüne karşılık kim bilir kaç erkek 'Üzülmeyin, kumarda kaybeden aşkta kazanır.' diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan öncü söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. Biliyorum sizi. Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?"

"Kişioğlu böyleydi. Kimi dilenmek, kimi sadaka vermek zorundaydı."

20110202

:)

















Bazı günlere, sırf geceleri için tahammül edilebilir bazen. Her şeyi alelacele tıkıştırdığınız valizi yüklenip yola çıkmak cesaret mi korkaklık mıdır bilmem, açıkçası hiç düşünmeden bindim o uçağa, uçakta bitirdiğim kitabın enfesliği, içtiğim kahvenin dayanılmaz kokusu, yanımda oturan hanımın ikramları o sinir haliyle bileti satın alma anlarımın tümünü unutturdu. Katil olmama ramak kalmış hissettiren koca günün gecesi, bu yolculuk yaşandığı anda gözüme, önemsiz bir geçmiş parçası gibi göründü. Ne yazık ki, ülkeye döndükten sonrasında çok keyifli olamadım; havalimanındaki polisler ve görevlilerle arada laflamak ve Dostoyevski'yle gecenin soğuğuna ve keyifsizliğine direnmek dışında dayanılacak gibi değildi. Sabah da otobüs bekleme, otobüse binme, otobüse yetişme, otobüsten inme çilelerinden sonra, tüm günü uyuyarak geçirdim. Toplu ve temizlenmiş-beni bekleyen-odamda ve yatağımda "eskiden" hiçbir iz, koku, anı kalmamış gibiydi odaya girdiğimde.. Uykuya dalmadan önce kendi kendime mırıldandım: "Artık bu oda, bizim odamız değil."
"Biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım vardı" ve bunu damarlarımda hissettiğimde, döndüğümü bilen tek arkadaşıma ulaşmaya çalıştım. Evet söylemedim kimseye burada olduğumu... Neden söylemedim, ben de bilmiyorum. "Anlatsana," sözlerini duymak istemediğimden-daha da önemlisi cevaplamak istemediğimden- sanırım.. Biraz daha büyüteceğim içimde konuşmalarımı, kendi kendime konuşmaya devam edeceğim bir müddet. Alışıldık tatil hallerinden sıyrılıp gelecek arkadaşların şehre dönmesini bekleyeceğim, konuşmak istediğim biri çıkarsa arasından diye.
Her neyse.
Bilgisayar kucağımda, bir sürü yastıklı ve bir sürü yorganlı ve bir sürü battaniyeli ve tamamen huzur veren ve tamamen bana aitlikten ibaret olan yatağımda, gittiğim bazı ülkelerden satın almak için son kuruşlarımı harcatacak kadar beğendiğim kartpostalları hatırladım. Çok değil henüz, birkaç taneler. Kadınlar var resimlerde. En son Foam Fotoğraf Müzesi'nden satın aldım, bir tane alacakken iki tane aldım. Keşke aklım kalan üçüncüyü de alsaymışım, diye düşünürken internette araştırmaya başladım biraz. Bilgisayarımda kimseye göstermenin içimden gelmediği mükemmel fotoğraflar var, google'dan ve çok güzel bloglardan faydalanarak keşfettiğim. Çoğu bastırılıp çerçeveleneceği günleri bekliyor, yerleri şimdiden hazır..
Araştırırken iki isim tanıdım: Rodney Smith ile Aneta Kowalczyk. Sonra, bilgisayarımdaki en sevdiğim fotoğraflardan birinin Rodney Smith'e ait olduğunu öğrendim. Ve, o aklımın kaldığı üçüncü fotoğrafın (kartpostalın) Aneta Kowalczyk tarafından çekildiğini.
Yaklaşık iki saattir, harcanmış günlerimin acısını çıkarmış gibi hissediyorum. 'Beni bir adım öteye götürmeyecek bilgi'ler ansiklopedisi nice insan şu an yataklarında, mışıl mışıl uyuyorlar; ama sanırım hiçbiri benim kadar huzurlu değildir :)

Yukarda paylaştıklarım, bahsi geçen iki fotoğraf: İlki Aneta Kowalczyk'in, ikincisi Rodney Smith'inki.
İyi geceler!!



20110201

gec.

Cok gerisinde kalmisim okumalar ve yazmalarin! Dun tum gun konustum, kendi dilimden geri kaldim butun gun. Ogrendiklerim canimi sikti, harcanmis bir genclik halinin yasini tutmakta daha da gec kalmamam gerektigini anladim. Pratikten cok uzak, sadece ezberlendigi icin coktan unutulmus onca senelik tozlu ve ici bos bilgilerle harcanmis okul yillari. Yilliklarda hasretle, tebessumle, ovguyle ve gururla bakilan kac insan birakti yillar bizde? Egitim diye burnumuzun dibine koyduklari kotu kokulu iskence halleri ile yitip gitmis yillar bizim! Cocukluklardan ve gencliklerden uzak olmak onemli degil artik, ama hayatim boyunca en temel vasfim ogrencilikken ve mezuniyete ve ogrencilik vasfindan siyrilip tamamen vasifsiz kalmama bu kadar yakinken en azindan bunca seneden sonra hala hatirlanan bir iki cumlelik bilgiler aradigimda gordugum tek seyin koca bir bosluk olmasi canimi yakiyor. Yuceltip ugruna her gecen gun daha da alcaldiklari Avrupa konusunda basarili bir taklitcilik yapmalarini asla istemedim; ama keske egitim sistemimiz onlarin taklitleri olsaydi, bunca harcanmis genclik, hayal, omur olmasaydi dehsetle tanik oldugumuz..

Keske.

Kendimden uzak kaliyorum yillar gectikce; ben de bosluklardan gelmeyim. Onceleri bir bedende ve sonra kocaman bir evrende kendi bosluklarini doldurma savasi veren pek cok kisiden biriyim. Ucuz kisisel gelisim kitaplariyla kisilik sahibi olmak icin didinen nice insandan cok daha az mutluyum, genel olarak mutlu biri de degilim. Bana gulmeyi ogretemedigi icin -hayir hayir, beni sevmediginden falan degil, sakin yanlis anlamayin!- benden vazgecen bir insani, harcanmis gecmisime israrla gomemedigim icin kendi kendine eglenen veya huzur bulan, kendine yabanci biriyim sadece. Ve hatta salt benligiyle oynayarak eglenen, kendisini basit gelecek kiplerine muhtac kilan, herkesten hicbir farki olmayan amacsiz ama dibine kadar umutlu biriyim evet. Bir suru baglaci bir araya getirip cumle kurdugumu zannediyorum cogu kez, bazen kendi kendime tapiyorum tapinma ihtiyacimi karsilamak icin. Cunku benim de ihtiyaclarim var! Bu gece cok zor uyudum, uyumadim hatta hic, tam karsimda ufuk cizgisi vardi gozlerim ne zaman pes edip acilsa, ve her seferinde koyu mavinin baska bir tonuyla karsilasiyordu.. Gormek cok zor degil; kotu bir gece gecirdim.

Iyi gunler gecireyim diye geldigim bir ulkede yaptigim biricik sey sikilmak ve dusunmek olunca, cumlelerimle de oyalanamaz hale geliyorum. Gene de surekli aklimda olan insanlar var, beni dusunduklarini bildigim, beni dusunmesini istediklerim, beni ozlemelerini veya en azindan hatirlamalarini istedigim insanlar var... Yanimda degiller, cogu yanimda olamayacak kadar uzak tutuyor kendini, hicbir zaman da yanimda olma tesebbusunde bulunacaklarini sanmiyorum. Gene de sevildigim yanilsamasina sikica tutunabilecek kadar insanim hala...Insanligim baki.

20110130

Balmorhea - Bowsprit

Her seyden biraz var burda. Daha cok taze olan bir suru seyle kurumus kalmis bir suru baska sey.
Gun gelir, guler gecersin. Basini kuma gomup yasamak istedigin her andan birkac santim uzakta yasamayi secmisliginle ovunursun icten ice. Gun gelir surekli olmeyi isteyen tavrindan kurtulursun. Siyrilirsin sevme hallerinden, insanlik hallerinden... Insanliktan uzakta bir mahal bulursun, yere boylu boyunca uzanir ve basinin uzerinden israrla gecmeyen tekerlekleri keyifle seyre koyulursun, senin icin manzara izlemekten farksizdir. Basinin icinde beyin tasiyan ama gogsunde koca bir bosluk olan cok insan tanimissindir, cogu senden hep bir adim yukardadir. Bir asansorde yasarsin: iner, cikar ve hep kendi sinirlarindadir. Birilerini yuari ve birilerini asagi tasir, ama o birilerinin gitmeyi amacladiklari yerlere gitmeleri icin vardir. Ustune basilip gecilmek icin. Izin verirsin. Umursamazsin cunku.

Gun gelir- aglayamayacak kadar uzgun olma hallerinden bikar ve basa donersin. Bir arkadasin dinlettigi bir sarkida ayine baslarsin, tum gozyasini bosaltirsin, eski dostlarla laflarsin, eskiden dostluklar vardi ve ben eskiden dostluga Allah kadar inanirdim der ve tebessum edersin(ettigini sanirsin).
Uyusturup zorla hissettirdigin bedenini baskalarininkilerin yanindan kaldirirsin, baska bir yataga uzanirsin, baska bir karanlligi koklarsin, baktigin gokteki yildizlar degismistir, dunya biraz daha kipirdanmis olur her defasinda, her defasinda bir 'acaba' hali olur: "Acaba sevebilecek miyim?" Sevilmez. Cevabi hazir sorularin sonlarina cuk oturacak olculerde soru isaretleri uretmektir isin. Kendi yalnizlarinla kendin kalirsin.

Ozlediklerim var. Ama ozlediklerim arasinda eski ve tanidik hicbir sey yok. Her yuz yeni.. Yeni kokulari ozluyorum. Yeni dostlari. Yeni elleri, yeni dokunmalari.. Yeni telaslari.

Yeni acilari.
Tuketmeyecegim/tukenmedigim gibi

20110126

Hollanda.

Birileri bir yerlerde sabitlenmis, hani sokmeye ugrastikca duvar dokuluyor sanki. Solmus ve tozlanmis aile fotograflarinin biricik yuvasi eskimis cerceveler; azicik oynatsan duvarin arkasinda temiz kalmis birkac santimetrekarelik alanla kiyaslayacak komsular duvarin kirini.. Bu yuzden en son bes alti yil once oynanmis yerinden ve hemen tekrar sabitlenmis. O fotograftaki herkesin hayatta ya da olu olmasinin bir onemi yok; o fotograf bile onemli degil aslinda- onem arz eden yegane sey o eski cerceve. Ansiz ve anisiz ve ozellikten de cok uzak o cerceve.

Ayaklarimin altina civi caksalar yerin altindan, ben gene de o cerceve gibi olamayacagim. Su an bana yabanci bir adamin evinde, bana yabanci bir dilde ruyalar goren o adamin koltugunda, o adamin bilgisayari kucagimda olarak oturmus, kendi dilimde ruyalar gormek uzere bana ait olmayan bir yerde uyumak icin gitmeden hemen once, kendimin olan bu emin olma halini yazmak istedim.. Sabit olarak oturdugum su an bana, metro beni bilmedigim isimlerde bilmedigim merkezlere tasirkenki anlardan daha yabanci...

Icimde doymak bilmeyen bir yolcu var. Hayatimi bu sekilde surdurmem mumkun degil ben de biliyorum. Dilini anlamam veya anlamamam onemli degil, yanimda kimin oldugu, kimi sevdigim v e kimi sevmedigim de.. Ben sadece , yolda olmak zorundayim.

Yarin Rotterdam'a giden yolda olacagim gibi!


20110123

Kimsesizlikleriyle mutlu insanlar tanıdım, çoğunun bir sürü seveni vardı.

20110121

Tozlanmıştı düşleriniz,sizin düşlerinizde yoktu adım.Dumanaltı muhabbetlerinzde iki yudum arasındaydım sadece,bir hayat boyu hatırlanmayacaklar listesinde orada bir yerdeydim. Siz yürürken dünya durmalıydı,siz mola verdiğinizde beklemeliydi otobüs sizi ve otobüsteki diğer yolcular.Beni o mola yerinden bir öncekinde bıraktınız;bıraktığınızı bile hatırlamıyorsunuz şimdi.Ben orada kaldım,siz bensiz devam edin yola,çoktan ettiğiniz gibi.
Çünkü biz bedenimizle değil ruhumuzla yaşıyoruz: Ruhumuz öldü. Hani "tanrıya" dibine kadar inanıyoruz; ama "tanrı öldü" ya.. Bizler zavallılığımızla bilgeyiz ve bilgeliğimiz zavallı kılıyor bizi.

h


Hayatımın sonuna kadar dinleyebileceğim ve dinleyerek ölmek isteyebileceğim şarkılar var. Okumasam da varlıklarından güç aldığım sayfalar da yanımda olmalı o esnada... Bazı şarkılar var, bazısının dilini bile anlamıyorum; ama kıvrandırabiliyor işte ruhumu. Hassasiyetin had safhası ise benim durumum, hayatım boyunca bu şarkılarda kıvranabilir ve hassas olmadığım alanları artırabilirim: Bir yerinden kırparak, diğer yerlere daha çok yer açabilirim. Kadın olmanın "karı" veya "anne" olmaktan ibaret olmadığını aile büyüklerime anlatabilirim. Sokaklarda gürültü patırtı yaparak aşkını yaşayan herkese bakabilir ve salt gülümseyebilirim.

Karanlıkta oturup ucuz defterlerimi doldurabilirim. Ayak ucumda bir sıcaklık hissederek tebessüm edebilirim.

Cümlelerimde kesinlik kalmadı: İhtimallerle yaşıyorum bu ara. Sözleştiğim arkadaşlarımla planlar yapıyorum, birkaç güne kadar da kaçıp gidiyorum, döndükten sonra gideceğim İzmir'in biletlerine falan bakıyorum.. Sevme ihtimallerim var, sevilme ihtimalleri ve sevişme ihtimallerim. Ama kesinliğim yok.


20110119

Hurt myself again today; and the worst part is there's no one else to blame: Be my friend.

20110118

Biraz aylaklık yapmak için uzattım yolumu bu akşam. Saat 5 buçuktu, otobüste ters koltuklardan birinde oturuyordum, dinlediğim şarkılar sıklıkla değişiyordu; çünkü istediğim ruh halini bana armağan edecek o şarkıyı bir türlü bulamıyordum. Güzel insanlarla güzel sohbetler etmiştim gündüzden. Esasen keyfim de kaçmış değil: Ama kaçması lazım, hüzün lazım, karanlıkta takınılacak tavır lazım. Bana bir gölge lazım!

Sonra dışardakilere tepeden baktım susup: Herkes koşuyordu. Zaman biraz öncesinden daha hızlı akıyordu. Yan yana yürüyen herkes aynı adımı atıyordu. Herkes el eleydi ama herkes ve herkes, koşuyordu.

Bir sağ.. Bir sol. Bir sağ.. Bir sol.

Tik.. Tak.

Tik.. Tak.

Sonra aylaklıktan vazgeçtim, cümle kuramayan kendime öfkelendim, otobüsten inerken başımı kapıya çarptım ve sallana sallana eve geldim.

20110117

Beynimi, kafa derimi, kalbimi söküp fırlatmak istiyorum çoklukla. Kendimi, bedenimi, her şeyimi şaraba vereyim de göçüp gitsin ayık hüznüm.

20110115

Bu gece de cümlelerimde bir erkeği nesne olarak bulunduruyorum ve kendimden bu kadar sıradan nesnelerim olduğu için nefret ediyorum. Her şey bu kadar sıradan olabilir; ama nesnelerim bu kadar sıradan olmamalı.

Cümlelerime müsamaha gösteremeyeceğim kadar çok sahibim onlara. Ve o kadar kızgınım.

"Geceye Yürümek."

(Eskilerde biri vardı: Ufuk Hoca. Oralarda mı acaba? Mutlu mu acaba? Bilmem..)

Çok.

Bahanelerden söz etme bana. Bahanelerle ikna olamayacak kadar kırgınım. Öğrendiğim her şeyden birkaç kulaç uzaksın. Güzel bir yüzün ve güzel bir bedenin olabilir. Hatta güzeller güzeli de olabilirsin. Hatta hep de özlenebilirsin belki. Güzel bir yürek sahibi de olabilirsin, güzel bir ciğer ve güzel bir diz kapağı sahibi de olabilirsin. Uyumalarımı ve uyanışlarımı anarak, olmayan ve olmayacak bir on yıllık geleceğe adımı ekleyerek daha fazla saçmalama... En çok saçmaladığın zamanlarda sıkıldım konuşmalarından. Yaşa hayatını, gençliğinin baharında olmayı en iyi şekilde değerlendir: Dışarıda hazineler kadar güzel bedenlere sahip ve hatta şanslıysan yeterince güzel yüzleri bile olan çok karşı cins var. Biz geçtik birbirimizden işte.. Bahaneler sayma bana. Ortada tek bir gerçek var: Bitmiş olanı bitirdin sen. Suçlama kendini, sevildin. Çok sevildin..... Yaşa. Yaşa.
Oyalandıkça sarıp sarmalıyorum kendimi. Kelimelerim düşündükleri kadar masum değil esasen. Bir iki dairesel hissediş, bir iki ileri geri adım. Bir iki tebessüm, utanış.. Bir filmden alıntı cümleler, arada başkalarından duyulan sözcükler ve üzerlerinde oynanan alçakça oyunlar.. Bir sürü kalem bir sürü kağıt, bir sürü karmaşa, dağınıklık. Gürültüler, kavgalar, yığınla olumsuz sayılabilecek his. Bir iki paylaşımdan ibaret zamanlama hataları. Bir pergelin ucuyla yontulan ucuz kalpler. Küfürlerin savrulamayacağı kadar kalabalık karbondioksit solungaçları. Bozuk paradan farksız hissetmeler. Nota kalabalığı! Kulak uğultuları. Hastalıklar, paranoyalar, şizofreni. Kendin gibiler ve kendin gibi olmayanlar...... Oyalandıkça saçmalıyorum. İyi niyetin her daim suistimal edildiği bir geni taşıyorum.
Kaosumu paylaşamadım. Lokmamı paylaştım. Kokumu paylaşamadım, yatağımı paylaştım. Düşlerimi paylaşamadım, cümlelerimi paylaştım. Görmelerimi paylaşamadım, gözlerimi paylaştım. Bazen gözlerimi paylaşamadım, gözyaşlarımı paylaştım. Acımı paylaşamadım, hissedişlerimi paylaştım. Yudumlarımı paylaşamadım, şarabımı paylaştım. Anlamalarımı paylaşamadım, iknalarımı paylaştım. Gücümü paylaşamadım, gülüşümü paylaştım. Ruhumu paylaşamadım, derdimi paylaştım. Adresimi paylaşamadım, odamı paylaştım. Hayatımı paylaşamadım, senemi paylaştım. Kendimi paylaştım da, onu paylaşamadım..
Bazı geceler uyunmazdı. O geceler uyanık kalmak içindi bazen. Bazen sırf daha fazla uyuyabilsinler diye uzardı günler. Bazense sırf daha az uyusunlar diye kısalırdı geceler.

Aslolan neydi, diye sormalar başlardı o gecelerin saatleri biri vurduğu zaman. Aslolan neydi demeler ve gülümsemeler. Aslolan hep "ben"di. Onlara ait "ben"lerdi aslolan. Sonra birden dengeler değişirdi, sizdeki "ben" öne geçtiğinde 1-0lık galibiyetleri bitiverirdi... Ve bu defa onlar sorarlardı: Aslolan neydi?

Aslolan "ben"di hep: Onlara ait "ben"lerdi aslolan.

20110114

Harflerimi ruhumun ayaklarına bağ edecek kadar küstahlaşan bu sözcükler! Melodilere bürünüp de gecelerimi bana dar etmeye mi geldiniz? Sessizlik! Sessizlik istiyorum!

20110113

Dün Elif Şafak'la tanıştım.
Öptüm ya hani seni... Dudaklarımızın buluştuğu yer eski yerde değildi. O eski tadı alamadım, o eski adam değildin sen. Benden bahsederken gözlerin dalıp giderken bildiğim sen değildin o öptüğüm. O iki güzel dudak artık bizim değildi, salt senindi... Benim salt benim olduğum gibi. O fotoğraflardaki iki kişi değildik biz, öperken etrafa bakan ve utanan kız değildim ben... Hani o geceleri dinlediğim şarkılarda özlediğim sen değildin artık... O kesinliğin yitip gitmişti geçmiş zaman eklerinde, şimdi sadece belkiler, keşkelerle dolu sözcükler kuran dudakların benim için masum bir kaçamaktı işte.. Masumiyetimizi birlikte yitirdik biz ben seni öptüğümde: Biz birbirimizi, birbirimizle aldattık bugün.

20110111

Alırdık elimize iki şişe şarap, en kalın giysilerimize sarılıp ve birbirimize, inerdik Kuğulu'nun bir bankına, oturur severdik birbirimizi. İzlediklerimiz ve gördüklerimizle büyülenirdik, her nefeste aşka aşık olurduk. Tuttuğumuz ellere öyle bir yapışırdık ki, sanırdık ki asla ayrılmazlar. Gözlerimiz de yapışırdı birbirine, yapışırdı kirpiklerimiz, dudaklarımız. Cümlelerimiz de dökülürdü arada, sevgimiz dile gelirdi, başa gelirdi, çekerdik. Fotoğraflardık saliselerimizi, diş etlerimizi göstere göstere gülerdik, mutluluğumuzu sığdırırdık geometrik şekillere. Dünyaya sığmayan mutluluğumuzu biz, karelere sığdırırdık. Evet, biz birlikte, imkansızı bile başarırdık!!

Sonra sen aldın eline kalbimi, stres topu gibi, sıktın sıktın sıktın... Paramparça oldu. Sonra al bunu, dedin, al hadi, deneyelim şimdi.

Ben bir parçamı, sadece tek bir parçamı değil, o kırdığın kalbin nerdeyse tamamını bırakıp gittim ya.. Hatırlamıyor musun?

Amelie Soundtrack 4 - Comptine d'un autre été: L'après-midi




Şu saatte, şarap kokan nefesimle, gözlerim şu melodide doluyor. Doluyor, neden dolduğunu bilmediğim için ben kızıyorum. O doldukça ben daha çok öfkeleniyorum. Nedenlerim gereksiz, sessiz, saçma.. Ama bu, ağladığım gerçeğini maalesef değiştirmiyor.Geçirmiş olduğum bir seneyi hayatımdan söküp atmak istiyorum. Sanki ciğerlerim parçalanıyor, sanki nefes borumda çatlaklar oluşuyor. Sanki gitgide daha da soğuyor bedenim ve ruhum birbirine. Kendimden uzaklaşıyorum.Geceye has bu hislerim, dileğim bu yönde.. Geceye has ve ben yarına koşmak adına, sınav gerçeğini sarhoşluk gerçeğiyle örtüp, bedenimi yatağıma sürüklüyorum. Geceye hastı acılar, hastalıklar.. Geceyi sevmiyorum, eskisi kadar.Halbuki bu film demek umut demekti, sebepsiz umut, gerçek dışı bir dünyadan medet umabilecek kadar umut demekti. Acı denilen şeyi eskiden daha çok severdim ben.. Şu lanet boğazımdaki lanet düğüm olmasaydı daha mutlu olmaktan seve seve keyiflenebilirdim. Oyalanabilirdim ben de, hayattaki en büyük amacım sevdiğim adamı elde edip onunla çoluk çocuk sahibi olmak olabilirdi.Şimdi o özgüvensiz, o aptal aşık, o bağlı ve bağımlı, dibine kadar sadık, sefil derecede tutkulu, boyun eğmiş ben çekip gitti ya; bu defa diyorum, bu değişmiş benim, o denenmiş ve başarılamamış "ilişki"yi daha da güzel bir şekilde sonuçlandırabilir miyim acaba...Bu soruları hep ben soruyorum kendime.. Bazen kulak misafiri olan bir adam, akışına bıraksana, bırak deneyelim diyor.O hiç soru sormuyor.. O sadece bırak, diyor. Düşünme, üzülme, bağlanma, hayatının merkezine koyma, her şeye fazladan anlam yükleme diyor. Ağlama diyor; gülümse, içinden gelmese bile beni delirtmemek için gülümse. O hep istiyor.Ama dinlerdi ya beni arada, cümleler kurardı. Bir sabah saat altıda kalkıp benimle pasaport kuyruğuna bile girmişti ya hani?Yetin Elif, sana gülümseyerek baktığında, yüzünü avuçlarının içine aldığında sevinerek yetin. De ki, bu adam seni seviyor. Bu adam seni, kıymetlim diye seviyor.Da, insan kıymetlisinin ciğerini söke söke ağlamasına sebep olur mu? İnsan fotoğraflarını kesecek kadar canını yakar mı kıymetlisinin? İnsan hep sonradan anlar mı? Ve kıymetlim dediği insanı, hiç mi anlamaz? Ve daha da önemlisi; acaba diyorum, insan kıymetlisi bildiği insana, arada benim de hatam olmuş olabilir, ya da bu kızın suratı asıksa bunda benim de payım olabilir diye sormaz mı?Ben gülümseyeceğim kızgın ve kırgın olduğumda. Sonra kapalı ve tenha bir yerde eğer haklıysam ağzına bile sıçabilirim... Böyle demişti.Kendi kendimi ikna etmek zorunda bırakan sözde kıymetlisi olarak sevmiş olan adam mı? bana bu duyguları o mu yaşatıyor? Sevgi bu mu?

Gece gece gene mahvetti beni..
Gerçekten herkesin tek derdi güzel bir ilişkisinin olması mı?

20110110

dredg - Pariah


"Hayır.. Ben kimsenin gelinciği değilim."


cem koksal - kalbim bombos

Nisan 2010'da yazılmış.

Öyle bir ilişki olmalı ki, kişi kendisini bulamayışının bilincine varamayacak kadar meşgul olmalı, asla bir başına kalmamalı, sorgulamanın ne olduğunu unutmalı, beynini vara yoğa harcamamalı..Saatlerce senin düşünmene ihtiyacı olmayan şeyleri düşünmemelisin, bütün kalbini bütün bedenini bu işin içine koyarken bütün beynini değil beyninin çeyreğini kullanmalısın. Hani öyle bir ilişki olmalı ki bu, sıklıkla yorulmalı, hizmet etmeli ve kusursuz olmalı, sıklıkla ilgi göstermeli, Tanrına şükretmeli, alttan almalısın. Ama sıklıkla değil her daim mutlu olmalısın. Mutluluk var mı yok mu diye düşündüğün zamanları geride bırakmışlığın ve var olmadığına kanaat getirmişliğin sadece sana kalmalı ya da hafızana set çekip bunu da unutmalısın. Kurduğun sahte ilişkilerdeki gerçek olmayan sen kurduğun başka bir sahte ilişkideki gerçekliğe en yakın senden daha tercih edilir olmalı. Eleştirilecek çok şeye sahip olmalısın, her daim mantıklı ve yapıcı eleştiriler yapmalısın, mümkünse yaptığın eleştiriyi bir defa dillendirmeli ve karşı tarafın hür iradesine bırakıp yoluna aynı şekilde devam etmelisin, aynı kişiyle. Takıntılı olduğun bir sürü saçma sapan mevzu karşındakine yansımamalı, aynadakiyle paylaş çok gerekiyorsa, alınganlığını kendi kendine yap ve kendi kendine yaşa! Çünkü alınganlık yapacak kimsen olmadığında ben alınganım demenin hiçbir anlamı olmaz. Sığınmaya meyledecek, ihtiyaç duyacak ve özleyecek kadar çok sevdiğin zamanlarda bırakıp gideceğin bir benliğin olmalı. Sağlıklı bir ilişki için, sağlıksız bir beynin ve sağlıklı bir bedenin olmalı. Zarif yürümelisin, bakımlı ellerin, makyajlı gözlerin, alınmış tüylerinle yavaş yavaş değiştirmelisin kendini. Değiştirmelisin çünkü tanındığın zamanlarda intihara meyletmiştin, demek ki sağlıklı değildin, o zaman sağlıklı olmak için bu kişiyi intihar etmiş sayıp yeni bir kişi ortaya çıkarmalısın. O kişiyi ortaya koymalısın, karşındaki insanı değil. Ortada bir kumar yok, bir oyun yok, ortada bir ilişkiden başka bir şey yok: Ortada ben yok..Kalmadı.

Gezegen (Malt)


Yorgun yörüngemde her zaman yalnız gezen ben...

20110109

Kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, suskun, psikolojiyle alakalı olmayan, hep ben haklıyım diyen, ağzını açtı mı mutlaka can yakan, öyle ya da böyle aldatmış, bir şeyleri saklamış, beni bir türlü anlayamamış, yapmaktan çok yapmamayı seçmiş, harekete geçmekten çok konuşmuş, çok fazla eleştiren, ayrıca benim sadakatimi ve iyi niyetimi sömüren bir arkadaşa elveda dedim az evvel.

Bir Derdim Var (Mor ve Ötesi)

ŞİMDİ.

Şimdi anlıyorum, aldatıldığımı. Fikren, bedenen, ruhen aldatıldığımı. Güvenmediğim bir adama güvenmek zorunda bıraktığım için kendimi tam bir yıl boyunca, kendi kendimden yediğimi. Yiyip bitirdiğimi. Şimdi anlıyorum, insan severse anasını babasını bahane edip bırakıp gitmez. Ben bırakır mıydım? Yok.
Şimdi anlıyorum, hayatı dış öğeleriyle yaşayan bir adamla, benim kadar içsel yaşayan bir hatunun mutlu olması mümkün değil. İzlediğimiz filmden dinlediğimiz müziğe farklıyız. Ben can yakan filmleri seviyorum; o güç üzerine çekilmiş filmleri seviyor. İmparatorluğu seviyor mesela. Ölsem aklıma gelmez. Ben anca "lan acaba prensesler nasıl yaşıyor, böyle sürekli önemli olmak falan, çok sıkıcı değil mi ya" diye psikolojik çözümlemelere vuruyorum kendimi. İşte Wrestler süper film mesela; ama o güreş tutkusunu görüp seviyor o filmi, ben adamın o kadına duyduğu şeyin psikolojisini falan çözmeye çalışıyorum. Amca kötü bir baba olduğu için, kendini güreşe vermiş, napsın bu uğurda ölecekse de ölsün, mutlu değil ki, tabi ölecek.
Yeme içme konusu kadar çok paylaştığımız şey yoktu mesela. Kahve çikolatadır, şaraptır tekiladır, abur cuburdur, pazar kahvaltısıdır, tavuk dürümdür, burger kingdir, milk shaketir, starbucks filtre kahvesidir, Tchibo'dur. Ee? Bizim ilişkimiz zaten iki sofra arası ufak mıncıklamalarla geçmiş?
Hatun kişisi uzun saçlı, saçı fönlü, gözü ağır makyajlı, tırnakları uzun ve manikürlü pedikürlü, hafif göbekli, ufak popolu, topuklu giyen ve seksi; evine sadık, eşine sadık; onu çekip çevirebilecek, yemek yapmayı, evi düzgün tutmayı bilen; anasıyla babasıyla iyi geçinen, sessiz sakin, laf yetiştirmeyen, erkeğinin sözünden çıkmayan, ona da fazla karışmayan bir hatun olacak onun için. ŞEKİL. Şekil işte.
Onu bunu geç; gerçekten haber ver demiş amcamız... Gerçek ne?
İyi niyetli bir küçük çocuğun ufak tefek baloncuklar çıkararak mutlu olduğu. Benim mutluluk anlayışımı sorgulattı. Benim mutluluk anlayışım şekil değil. Ben mutsuzken mutlu olabilen ucube bir kızım. Uzak durulacaklar listesinde bir numarayım onun için.
Sevdim, seviyorum da; gerçeğe geri dönelim! Mutlu değildik. Mutsuzluğun dibindeydik. Sürekli çözümlemeye çalıştıklarımız bizi gene bi şekilde yoruyordu. Hiçbir şey değişmiyordu. İkimiz de olduğumuz insan olmaya geri dönmek istiyorduk. Rol yapa yapa geçmiyordu.
Saygı da duyduk birbirimize, sahip de çıktık. Dostluk da ettik. Amenna.
Ama iyi birer sevgili olmayı başaramadık.
Şimdi hiçbir sözü beni iknaya yetmez. Bir kere ikna olmuşum onsuz mutlu olduğuma.
Pembe dizi mi çekiyoruz lan burda?! Dalga mı geçiyoruz?
"Hadi bebeyim, ben seni gene feysbukta başka hatun kişilere arada ufak zararsız zarflar atarak boynuzlıycam, sen gene tırnaklarını kemire kemire alınıp ağlıycaksın, zaten sorunlu bi ailen ve hastalıklı bi kişiliğin var; ama sevişelim. Seviyo gibi yapalım, hadi bebeyim."
Sonra, "olmuyor, aslında hiç yapamamışız biz, kabullenmen gerek. Ben artık başka aşklara yelken açmak istiyorum." lafını da ben duyacağım.
Oldu.
Benden nefret mi edecek? Etsin. Ben yola çıktım bir kere, 21 Kasım'da. Net 3 gün ağzıma lokma koymadım, sonra ilk lokmamla çıktım ben yola.
O yataktan kalkabildim mi? O yataktan tek başıma kalkabildim mi?
Başarmışım demek ki ben bunu.
Neden ısrarla bir kez daha bile bile başarısızlığa adayayım kendimi? Akıllanmadım mı ben daha?
Yo. Akıllandım da.. Küfrettiğim kalbim hala ara ara sızlıyor ordan.

Şimdi, canımı yakmak için sevgimi kullanan insanlara da, bana öyle ya da böyle zarar veren herkese de, "canınız cehenneme!" diyorum! Canınız cehenneme!

Rahat bırakın lan beni. Çıktım işte yola. Gerekiyorsa nefret edin. Varlığınız can yakıyorsa nefretiniz iyi gelir. Uzak durun yeter. Mutlu da olun, çok mutlu sağlıklı da olun valla, kötülük istediğimden değil. Benim canımı acıtmayın artık.

Dünyanın sonu değil ayrılık. Sürekli ertelenen bir şeyi tekrar tekrar yaşamak ve aynı sonuca bile bile katlanmak akıllı bir insanın yapacağı bir şey değil. Ben akıllı bir insanım. Ben sadece kalbimden ibaret değilim.. Benim ayaklarım da var, ayağa kalkarken destek olabilsin diye ellerim de var. Benim beynim var, başım var. Benim gözlerim de var kulağım da, dudağım da var.

Yaşıyorum işte. Ağlasam da sızlasam da yaşıyorum.

Kimsenin gel demesiyle gidecek, git demesiyle gelecek kadar onursuz değilim. Gurur yapıyorum işte: Beni bir defa tepe taklak eden insana tekrar sevgilim diye sarılamam. Beni bir defa, tek bir defa bu denli ağlatmış bir insanın elini tekrar tutamam. Dünya bir oyun sahnesi değil. Dünya sadece kendi doğrularınla yaşayacağın bir yer de değil... Açık olmak lazım, bu dünyada evrenselliği savunan bir insanın açılması lazım. Saçılması değil; açılması.

Dürüst olması lazım ya! Dürüstçe, benim beynim senin düşündüğün yerde çok iyi çekmiyor, arada bir yerini değiştirmem gerekiyor desin. Basit ötesi bir ilişki yaşayalım, dost ilişkisi olsun bunun adı desin. Lan hadi bunları demesin, alacağı cevabı kaldıramaz belki de; seni seviyorumu dolu dolu, gözüme bakarak, kalbime dokunarak desin. Güven bana, öldü o salak tarafım desin. Bunları gerçekten söylesin. O zaman verirdim belki o ikinci şansı seve seve. Yok. Karşıma dikilmiş, bence tekrar denenebilir diyor. Neyi deniyorsun ya? Beni mi kendini mi? İlişki faslını denedik, olmadı. Şimdi neyi deniyorsun?!

Oyunculardan uzak durmam gerek. Ben gerçekten oyunu pek iyi beceremiyorum. Ben sadakate önem veriyorum. Kaldıysa hala bunlara önem veren adamlar, ne mutlu. Ha yoksa, defolsun gitsinler dünyamdan; Marsık evimdeki erkek olarak hayatımda kalsın yeter. Kedileriyle mutlu bir deli kadın olmaya da razıyım yani, kaderde varsa.

Herkes geçici... Ben kalıyorum gene. Her söz unutulur, her duygu unutulur. Her şey unutulur. Her şey geçer........ Hayat kalır.

kalp unutmaz_sezen aksu

20110106

Brüj


Burada yaşayacağım. Eski evler arasında iki katlı bir evde yaşayacağım. Bomboş bir salonum olacak. Bomboş bir mutfağım.

Söz veriyorum; hayattan hep zevk alacağım.

GUNS N' ROSES - BETTER

C.

Dünya, oyun parkın değil.
İnsanlar, oyun arkadaşların değil.
Plastik ve rengarenk toplarla dolu bir havuzda olduğunu sanıyorsun, ama hiçbir kalp o kadar renkli değil ve plastik.
Kimse senin için dünyayı olduğundan daha güzel bir yer haline getirecek değil. Aksine, genelde tam tersini yapacaklar.
Ailen, senin dağınığını toplamak zorunda değil.
Seni seven kişiler, senin için kendisini feda edecek kadar aptal değil.
Okulda gördüğün derslerdeki teori, hayatta pek bir şey ifade edemiyor.
Duygular, düşündüğün kadar masum değil; incinirlerse çok kan akıtıyorlar.
Senin taşıdığın bütün iyi niyet şu ana değin tanıdığım pek çok kötü niyetten daha zararlı.
Oturduğun yerden tüm dünyanın senin etrafında döndüğüne inanmak konusunda çok başarılı olabilirsin; ama oyununu yalnız oyna, oyuncak istiyorsan bir spor salonuna kapat kendini, aynalara baka baka hayran ol bedenine.
Kendini incit inciteceksen.
Çünkü benim, şu hayatta nadiren yaptığım bir şeyi yapmamı sağladın: Ah ettim...

Çok acıtıyor.

Attığınız adımı yanınızdakiyle bir atarken eğlenebilirdiniz. Birlikte eğlenceli fotoğraflar çekip albüm yapabilirdiniz. Aynı renk kıyafetler giyip konserlerde coşabilirdiniz. Haykırarak boynuna atılabilirdiniz. Renkli kokulu kağıtlara süslü cümleler kondurup dosyalayabilirdiniz.

Mutlu olduğunuzu söylediğiniz günlerin akşamlarında mutsuz olabilirdiniz. Yatağa doğru yürürken düşüncelere dalabilirdiniz. Çeşitli renklerde düşler kurabilirdiniz. Birkaç çiçek kokusuyla kendinizden geçebilirdiniz. Parmağınızdaki halkaya bakıp güven duyabilirdiniz.

Güzel bir rüyanın etkisiyle uyanıp güzel bir gün geçirebilirdiniz... Birkaç akşam sonra bir yakınınızı yitirmiş gibi ağlayabilirdiniz... Birkaç akşam daha sonra, bir yakınınızı gerçekten kaybedebilirdiniz... Birkaç akşam daha sonra, arayacak hiçbir yakınınız kalmayabilirdi.

Sokağın kalabalığına, insan selinin akışına teslim ederek bedeninizi, ruhunuzu emanet edebilirdiniz yalnızlığa. Odanızın tozlu kokusunda anılar toplayabilir, kuru çiçeklerinizi kuru kitaplarınızın kuru sayfalarına tıkabilirdiniz.

Biriktirilmiş sayfalarınızı raflara koyup, her şey yolundaymış gibi yapabilirdiniz. Nasılsın diye soran olunca, iyiyim diyebilirdiniz. Gerçekten eğlenerek kahkaha atabilirdiniz. Aklınızı çelmelerine müsaade edebilirdiniz. Tam geri döner gibi yaptığınızda koşarak kaçabilirdiniz. Arkasından dalga geçer, çeneniz ağrıyana kadar gülebilirdiniz.

Kafanızda sizinle oynanmış, duygularınızla oynanmış, varlığınızla oynanmış, kişiliğinizle oynanmış fikrine yer vermeyebilirdiniz. Duygularınızın oynanmışlığına ek olarak incinmişliğiyle boğuşmak zorunda kalmayabilirdiniz. Bir şeylerin nasıl bu kadar geç fark edildiğine inanamayacak kadar şaşırmayabilirdiniz. Israrla arkasına dikildiğiniz duygularınızın aslında ne kadar önemsiz olduğuna inanmayabilirdiniz. Acıyla, sevilebilecek, güvenilebilecek insanların olmadığını düşünmeyebilirdiniz. Saçlarınızı yaptırıp tırnaklarınızı boyar ve kendinizi çirkin hissetmeyebilirdiniz. Sıradanlığınızla karşılaştığınız zaman bu kadar hüzünlenmeyebilirdiniz. Yazdığınız cümleleri gizlemeyebilirdiniz.

Ucuz dünyaları olan basit insanların beyinsiz eleştirilerine, anlamsız yargılamalarına, kıymetsiz bakışlarına önem vermeyebilirdiniz.

Yalnızlığınızı kendinizle paylaşmak için daha da büyüttüğünüz bir koca yıl boyunca, kendinizle ve duygularınızla ne kadar çok oynandığını aslında hiç fark etmeyebilirdiniz.

Ve belki bu evcilik oyununu sürdürür ve sonunda kendinizi herkesten daha az sevdiğiniz bir eviniz olabilirdi.

Sokakta yürürken, otobüste üşürken, yaşadığınız sokaklara yabancı gibi bakarak, hüzünlü şarkıların gözünüzü doldurduğu anlarda, bu kadar ölesiniz tutmazdı, aslında çoktan karar verdiğiniz bir yöntemi uygulayarak.

Ölesiniz tutmazdı. Çoktan ölmeyi seçseydiniz. Zaten ölmüşlüğünüzü görmeseydiniz. Ölesiniz tutmazdı.

İzleyiciler