Siz evvelden sözcüklerinizi boşluğa fırlatıp atıyordunuz, boşluğun kendisi olan bu kadının suratına.
Sonra gelip "çok değiştim," dediniz.
Ben size söyleyeyim:
Bu sefer boşluğa yavaşça bırakıyorsunuz: Ama sözcükleriniz boşlukları doldurmuyor, çünkü o boşluk ben değilim artık.
Ama aradaki koca boşlukta yavaşça süzülen sözcükleriniz benim sözcüklerimi yanlışlayan türden.
Benim sözcüklerimi dinlemezdiniz.
Şimdi dinliyorsunuz.
Ama duyduklarınızı sevmiyorsunuz.
O zaman, dinlemiş de olmuyorsunuz esasen...
Dolayısıyla, hep giden siz veya hep kalın isteyen ben arasındaki o kocaman boşluğu terk etmiş olduğum için,
--- yarattığınız yıkım sebebiyle başka bir surette kendimi teslim ettiğim boşluk halinden de elbet----
baktığınız yerde gördüğünüz kocaman kadını elinde silgiyle küçültemeyen sizin kendinizi silmek yerine kendinizi silgi haline getirmeyi yeğlediniz.
Gücünüzü gösterme şeklinizi takdir ettim.
Güçlüsünüz.
Saygı duydum.
Güçsüzlük gösterdiğim dünlerimde de,
güçlü olduğumu söyleyenlerin arasında yürüdüğüm günlerimde de vardınız hep: Güçsüz tarafım olarak.
Güçsüzlükse bunun adı, güçsüzüm karşınızda.
Güçlülük edin.
Ve gidin gene.
Benden güç alarak hem de...
20120919
20120910
Aşk Var!
Günahlarınızdan ötede bir sevap dünyası yaratabilmeniz için önce o günahları işlemeniz
VE
Her birinden pişman olaBİLmeniz gerek.
Yalanlarınızdan GERÇEK birer kimLİK geliştirebilmeniz için
ÖNCE
Yalanlarınızla barışmanız gerek.
Sevgilerinizden AŞK yaratabilmek için
ELBET
AŞK'a inanmanız gerek.
AŞK VAR!
VE
Her birinden pişman olaBİLmeniz gerek.
Yalanlarınızdan GERÇEK birer kimLİK geliştirebilmeniz için
ÖNCE
Yalanlarınızla barışmanız gerek.
Sevgilerinizden AŞK yaratabilmek için
ELBET
AŞK'a inanmanız gerek.
AŞK VAR!
20120617
20120611
Bir kaybeden olarak hissetmeyi rafa kaldırmış zannediyordum kendimi. Dün ilkokul arkadaşımın iş ve eş sahibi olduğunu gördüğümde hissettiğim şey ise bu durumun tam zıttını gösterdi bana... Aldığım tüm destekler, belli belirsiz ona göre aldığım tutumlar, kararlarım, yaşamımdaki dönüşümler birgün yaşadığım hayatın ve aldığım kararların, ya da yeni yeni fark etmeye başladığım ailesel durumların sebep olduğu yükü kaldıramayarak kendimi öldürmeye, hem de büyük bir soğukkanlılıkla, karar verebileceğim gerçeğini sıfırlamıyor aslında. Ben olmanın zorluğunun sebebini araştırmaya koyuldum, doğru, bence takdire şayan bir davranış: Doktora gidiyorum, doktorun önerilerini ve ödevlerini yerine getiriyorum, farkındalığımı artırıyorum, daha az sikliyorum kişileri, e meditasyon ve spor da yapıyorum: Ama HEP BOŞA KÜREK ÇEKİYORUM gibi hissedişim bâki kalıyor.
Bu hisle başa çıkamıyorum çoğu zaman... Yoruldum.
Bu hisle başa çıkamıyorum çoğu zaman... Yoruldum.
20120524
Bir Önerme.
Herkesin, kendince aydın ya da aydınlanmış ya da aydınlandığını zanneden bişeykolik bir herkesten söz ediyorum, yine kendince bir ölüm şeması vardır aklında. Bir ölüm senaryosu. İnkar etmeyin, bir ölüm senaryonuz yoksa hemen bir tane bulun, en bayağısından. Anne babamızın, ki ben bu ikilemenin tek başına anne olarak değiştirilmesini talep ediyorum bütün kalbimle, üzerine en çok konuşulmuş "evladımızın ölümüne dair senaryo Vol1" şeması, kendi cinsim adına konuşacak olursam şayet, "tecavüz edilip öldürülmesi" üzerinedir misalen. Vol2 de, salt kendi biyolojik cinsiyetim adına konuşmayı bir kenara bırakırsak, genelde yankesiciler, hırsızlar, tinerciler, seri katiller gibi çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulan kişilerce silahlı saldırıya uğramak üzerinedir. Genelde.
Yarın güvenli evimden güvensiz sokağa doğru attığım ilk adımda ayağımın bir taşa takılması ve sivri köşeli bir beton korkuluğa düşerek kafamı yarmam ve bu yarmanın şiddetine bağlı olarak birden komaya girmem ya da çat diye mefta olmam gibi bir ihtimal de vardır. Bu tür ihtimaller daha çok sözel dönem öncesi hayatımızda ve dört beş yaşlarına kadar, ebeveynlerin evlat ölüm senaryoları arasında en üst seviyelerden birindedir. Genelde.
Kabul edin, sizin anne babanızın ölümlerine yönelik senaryolarınız hiçbir zaman onlarınki kadar yaratıcı ve ayrıntılı olmayacak. "Hastalıktan, yaşlılıktan filan ölürler herhalde; ya da belki hiç ölmezler ne bileyim" türü düşünceler belirmiş olabilir şu satırları okurken beyninizde.
Lakin, annenizin ve babanızın ayrı ayrı anneleri ve ayrı ayrı babalarının da onlara yönelik senaryoları bi' yığın, yaratıcı, bi' sürü şiddet içeren yani artık gündelik yaşamımıza +13 olarak girmeye başlamış anlamda eğilimler içeriyor. Dolayısıyla bir insan bir şekilde anne ya da baba ya da teyze hala filan olunca, yani birinci dereceden yeğen sahibi, yaratıcılığı artıyor efenim. Çok iç açıcı bir anlamda olmasa bile, gene de artıyor.
Bu yazının temel tezi budur. Ailesinde, arkadaş çevresinde, hatta dünyanın herhangi bir yerinde adını sanını bilmediği bir insana bile ölümün yahut kaybetmenin acısını hissettirmiş birinin var olmuşluğu/varlığı olan insanların öfkelenmemesini diliyorum; zira benim de ne yazık ki acı kayıplarım oldu. Ben sadece bir önermede bulundum...
Bunları yazarken omzum tutuk,boynum ağrıyor ve acı içinde ödevlerimi düşünüp terleyen avuç içime küfrediyor olmam da beni zona hastalığına mensup edebilir. İlla ölmek de gerekmiyor, bi süre yahut ömür boyu acı çekmek de olası tabii. Örneğin ben anneme "parmağım kesildi" desem "yavruuuuum, bebeğiiiiiiim" filan diyip gözlerini silebiliyor; ondan başka kim böyle yaratıcı tepkiler verebilir bir kesiğe?
Anneler yaratıcıdır.
Babalar da anne yaratıcılığından bir nebze edinmiş olabilirler.
Benim babam öyle misal.
Sevgiler.
NOT: Bu yazıyı okurken şu şarkının eşlik etmesini öneriyorum a dostlar.: http://www.youtube.com/watch?v=grKaSsyvxZE&NR=1&feature=endscreen)
Yarın güvenli evimden güvensiz sokağa doğru attığım ilk adımda ayağımın bir taşa takılması ve sivri köşeli bir beton korkuluğa düşerek kafamı yarmam ve bu yarmanın şiddetine bağlı olarak birden komaya girmem ya da çat diye mefta olmam gibi bir ihtimal de vardır. Bu tür ihtimaller daha çok sözel dönem öncesi hayatımızda ve dört beş yaşlarına kadar, ebeveynlerin evlat ölüm senaryoları arasında en üst seviyelerden birindedir. Genelde.
Kabul edin, sizin anne babanızın ölümlerine yönelik senaryolarınız hiçbir zaman onlarınki kadar yaratıcı ve ayrıntılı olmayacak. "Hastalıktan, yaşlılıktan filan ölürler herhalde; ya da belki hiç ölmezler ne bileyim" türü düşünceler belirmiş olabilir şu satırları okurken beyninizde.
Lakin, annenizin ve babanızın ayrı ayrı anneleri ve ayrı ayrı babalarının da onlara yönelik senaryoları bi' yığın, yaratıcı, bi' sürü şiddet içeren yani artık gündelik yaşamımıza +13 olarak girmeye başlamış anlamda eğilimler içeriyor. Dolayısıyla bir insan bir şekilde anne ya da baba ya da teyze hala filan olunca, yani birinci dereceden yeğen sahibi, yaratıcılığı artıyor efenim. Çok iç açıcı bir anlamda olmasa bile, gene de artıyor.
Bu yazının temel tezi budur. Ailesinde, arkadaş çevresinde, hatta dünyanın herhangi bir yerinde adını sanını bilmediği bir insana bile ölümün yahut kaybetmenin acısını hissettirmiş birinin var olmuşluğu/varlığı olan insanların öfkelenmemesini diliyorum; zira benim de ne yazık ki acı kayıplarım oldu. Ben sadece bir önermede bulundum...
Bunları yazarken omzum tutuk,boynum ağrıyor ve acı içinde ödevlerimi düşünüp terleyen avuç içime küfrediyor olmam da beni zona hastalığına mensup edebilir. İlla ölmek de gerekmiyor, bi süre yahut ömür boyu acı çekmek de olası tabii. Örneğin ben anneme "parmağım kesildi" desem "yavruuuuum, bebeğiiiiiiim" filan diyip gözlerini silebiliyor; ondan başka kim böyle yaratıcı tepkiler verebilir bir kesiğe?
Anneler yaratıcıdır.
Babalar da anne yaratıcılığından bir nebze edinmiş olabilirler.
Benim babam öyle misal.
Sevgiler.
NOT: Bu yazıyı okurken şu şarkının eşlik etmesini öneriyorum a dostlar.: http://www.youtube.com/watch?v=grKaSsyvxZE&NR=1&feature=endscreen)
20120523
Son bir post girip kahrolasıca çenemi kapatıyorum.
1. İlişkiniz için kendinizi paralamayın. Aydönümü filan kutlamayın. Sosyal paylaşım sitelerine mukmuk-aşkoooo-bebişiiğğeem-sensiz olmaz <3 bla bla yazıp durmayın. Fotoğraflarınızı da bakın biz çok sevişiyoruz der gibi göze sokmayın. Eniştenize maskara etmeyin kendinizi. Herhangi bi biçimde o insanı ananız ya da babanız ya da her bi şeyiniz yerine koymayın: Ananızın yeri de babanızın yeri de ayrı. Tek dostunuzu o sanmayın, o gidince hiç beklemediğiniz bir sürü insanın gerçek dostluğunuzu görürsünüz. Ha illa da o benim her şeyim diyorsanız yazık size, canınız çok yanacak üstüne bi sürü arkadaşınızı kaybedeceksiniz. Bu türün bir çeşidi de sokakta size bağıran, "bensiz sen bir hiçsin" efendime söyleyeyim "benden başka kimse sana tahammül etmeyecek ha buraya yazıyorum" ya da vay efendim "ben yoksam sen de yoksun, otur dizimin dibine" filan diye haykıran, arkadaşlarınızla binde bir bir araya gelişlerinizde size surat yapan, hedef ve hayallerinize kafam girsin türü laflar eden insandır. Bu türü görür görmez ordan uzaklaşın, maskara etmeyin kendinizi sıçan bir başka insana. Bi de bedeniyle ve dış görünüşüyle beyninden daha çok ilgilenen insanların ipiyle kuyuya inmeyin, her an boynuzu yiyebilirsiniz ki bu her iki cins için de geçerli. Homofobik, aşırı uçlarda bir sosyalist ya da dindar, ya da tartışmaktan hunharca kaçan, ne bileyim sizi ve inançlarınızı yerden yere vuran ve mütemadiyen kendini ve götünü öven insanlara da mümkünse bir dakikanızdan fazlasını ayırmayın, sizin zamanınıza da yazık.
Birinci maddede tüm derdimi anlatabilmemle de ben, hunharca, acımasızca, delicesine övündüm.
1. İlişkiniz için kendinizi paralamayın. Aydönümü filan kutlamayın. Sosyal paylaşım sitelerine mukmuk-aşkoooo-bebişiiğğeem-sensiz olmaz <3 bla bla yazıp durmayın. Fotoğraflarınızı da bakın biz çok sevişiyoruz der gibi göze sokmayın. Eniştenize maskara etmeyin kendinizi. Herhangi bi biçimde o insanı ananız ya da babanız ya da her bi şeyiniz yerine koymayın: Ananızın yeri de babanızın yeri de ayrı. Tek dostunuzu o sanmayın, o gidince hiç beklemediğiniz bir sürü insanın gerçek dostluğunuzu görürsünüz. Ha illa da o benim her şeyim diyorsanız yazık size, canınız çok yanacak üstüne bi sürü arkadaşınızı kaybedeceksiniz. Bu türün bir çeşidi de sokakta size bağıran, "bensiz sen bir hiçsin" efendime söyleyeyim "benden başka kimse sana tahammül etmeyecek ha buraya yazıyorum" ya da vay efendim "ben yoksam sen de yoksun, otur dizimin dibine" filan diye haykıran, arkadaşlarınızla binde bir bir araya gelişlerinizde size surat yapan, hedef ve hayallerinize kafam girsin türü laflar eden insandır. Bu türü görür görmez ordan uzaklaşın, maskara etmeyin kendinizi sıçan bir başka insana. Bi de bedeniyle ve dış görünüşüyle beyninden daha çok ilgilenen insanların ipiyle kuyuya inmeyin, her an boynuzu yiyebilirsiniz ki bu her iki cins için de geçerli. Homofobik, aşırı uçlarda bir sosyalist ya da dindar, ya da tartışmaktan hunharca kaçan, ne bileyim sizi ve inançlarınızı yerden yere vuran ve mütemadiyen kendini ve götünü öven insanlara da mümkünse bir dakikanızdan fazlasını ayırmayın, sizin zamanınıza da yazık.
Birinci maddede tüm derdimi anlatabilmemle de ben, hunharca, acımasızca, delicesine övündüm.
İlişki doktoru olmaya karar verdim. En iyi olduğumu düşündüğüm konu bu. İlişkisinde başarısız olanlar, ihanete uğrayanlar, ihanet edenler, kendini karşısına amansızca bağlanmış bulan taraflarla müthiş diyaloglara girebiliyorum. Valla bak. Bir sürü arkadaşımla ense göt muhabbetine kadar girdik, hiç mesafe filan kalmadı yani.
Bu yetiyi edinmemi sağlayanın dünyadaki en amansızca acı vermiş biri olması da garip. Her türlü geriyor beni hala fikri.
Bu blog tümüyle ona ithaf edilmiş. Tam bir "loser"ım.
Bu yetiyi edinmemi sağlayanın dünyadaki en amansızca acı vermiş biri olması da garip. Her türlü geriyor beni hala fikri.
Bu blog tümüyle ona ithaf edilmiş. Tam bir "loser"ım.
20120507
20120505
Kütahya
http://alperanik.bandcamp.com/track/it-is-hard-to-keep-quiet
Ortaokul arkadaşımın indie müzik yapıyor olması sadece benim için mi çok şaşırtıcı?
Ortaokul arkadaşımın indie müzik yapıyor olması sadece benim için mi çok şaşırtıcı?
20120501
Biraz iiğt prey lav modu olacak; ama bana kalırsa yaşamdaki amaç egoyu mümkün mertebe sınırlamak, doğadaki her şeyi bütünlüklü bir kucaklamayla sevmek, idealler geliştirmek ve bu idealleri hiçbir uğurda satmamaktır.
Her şeyi kendisinin bildiği iddiasında olduğunun bilincinde olmayan insanlar için üzülüyorum; çünkü hayatta bilinecek çok şey varken biz dinlemeyi hep unutuyoruz.
Her şeyi kendisinin bildiği iddiasında olduğunun bilincinde olmayan insanlar için üzülüyorum; çünkü hayatta bilinecek çok şey varken biz dinlemeyi hep unutuyoruz.
Bir eylemin düşündürdükleri
1 Mayıs.
Çalıştığım yerel gazete için fotoğraf çekmem icap ediyordu. Hayatımın ilk 1 Mayıs mitingine / kutlamasına bu sebeple / şekilde gittim. İtiraf etmeliyim ki çok söylendim, özellikle sabah sevgilimin yanından kalkıp yollara düştüğümde "Sen bi' yarım saat kırk dakika oyalan, biz geliriz sonra," diyen patrongillerin telefon konuşmasından sonra..
Gar'da kalabalık saatler geçtikçe arttı. Pankartlar, flamalar, tişörtler ve her yerde burnuna soğuk su şişesini dayayan su satıcıları ile köfteci ve 1 liraya iki günlük simit satan kurnaz simitçiler ortamı şenlendirdikçe şenlendirdi. Gürültü arttıkça nüfus arttı. Yerlere serilen, uçmasın diye köşelerine çivi çakılan koca koca pankartlarda, gerçekten inanılan bir düş dillendiriliyordu. Eski dostlar birbirine selam vermeseler de aynı yerdelerdi; çünkü hepsinin düşledikleri şey aynıydı bugüne özel.
Saat 11' geçmişti ki gazeteden bir yetkili geldiğini haber verdi bana. Bir iki anı fotoğrafı çektirdi. Doğrusu ne zamandır elime almadığım fotoğraf makinemi işlevine uygun şekilde kullanmak çok iyi geldi. Rengarenk ve beğendiğim fotoğraflar çektim ve çoğu, gazetede yayınlansın diye çekilmedi.
Sosyalist Feminist Kolektif'e üye olmama rağmen onlarla irtibat kuramadım ve zaten 12 buçuk dolaylarında mitingden ayrılacağım için buluşamayacağımıza iyiden iyiye inanmıştım ki, Gökkuşağı Platformu, Kaos GL, Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri Sendikası'na ait flamalar ve pankartlar gördüm. Israrla bana bakıp gülümseyen bir karşı cinsim, büyük bir mutlulukla o rengarenk bayrağı savuruyordu gökyüzüne.
Ben gazetedekilerden uzaklaşıp, bilinçsiz sandığım ayaklarımın gayet bilinçli bir şekilde bu bayrağı sallayan arkadaşın yanına götürdüğü kendimi birkaç dakika sonra, "Dünya yerinden oynar ibneler özgür olsa!" diye şarkı söyler ve dans eder buldum. Seçin'le tanışıklığım vardı; onu davulu müthiş bir şekilde çalar ve hem homoseksüel hem heteroseksüel hem de transseksüel pek çok birey bağıra çağıra dans ederken, yanımdaki arkadaş benim elime bayrağını verdi, "Salla," dedi ve gülümseyerek ve kıvırta kıvırta dans etti. Gerçekten tatlı bir manzaraydı.
Eylemden, evde olmam gerektiği için ayrılırken hem SFK'lılara mazeretimi bildirmiştim, hem bahsi geçen arkadaşla telefon numarası değiş-tokuşu yapmıştım hem de mutluydum. Gerçekten eğlenmiştim. Sadece fotoğraflarını görüp saygı beslediğim pek çok kişiyle burun burunaydım.
Özel bir öğle öncesiydi.
Benim için 1 Mayıs 2012 buydu işte. :)
Çalıştığım yerel gazete için fotoğraf çekmem icap ediyordu. Hayatımın ilk 1 Mayıs mitingine / kutlamasına bu sebeple / şekilde gittim. İtiraf etmeliyim ki çok söylendim, özellikle sabah sevgilimin yanından kalkıp yollara düştüğümde "Sen bi' yarım saat kırk dakika oyalan, biz geliriz sonra," diyen patrongillerin telefon konuşmasından sonra..
Gar'da kalabalık saatler geçtikçe arttı. Pankartlar, flamalar, tişörtler ve her yerde burnuna soğuk su şişesini dayayan su satıcıları ile köfteci ve 1 liraya iki günlük simit satan kurnaz simitçiler ortamı şenlendirdikçe şenlendirdi. Gürültü arttıkça nüfus arttı. Yerlere serilen, uçmasın diye köşelerine çivi çakılan koca koca pankartlarda, gerçekten inanılan bir düş dillendiriliyordu. Eski dostlar birbirine selam vermeseler de aynı yerdelerdi; çünkü hepsinin düşledikleri şey aynıydı bugüne özel.
Saat 11' geçmişti ki gazeteden bir yetkili geldiğini haber verdi bana. Bir iki anı fotoğrafı çektirdi. Doğrusu ne zamandır elime almadığım fotoğraf makinemi işlevine uygun şekilde kullanmak çok iyi geldi. Rengarenk ve beğendiğim fotoğraflar çektim ve çoğu, gazetede yayınlansın diye çekilmedi.
Sosyalist Feminist Kolektif'e üye olmama rağmen onlarla irtibat kuramadım ve zaten 12 buçuk dolaylarında mitingden ayrılacağım için buluşamayacağımıza iyiden iyiye inanmıştım ki, Gökkuşağı Platformu, Kaos GL, Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri Sendikası'na ait flamalar ve pankartlar gördüm. Israrla bana bakıp gülümseyen bir karşı cinsim, büyük bir mutlulukla o rengarenk bayrağı savuruyordu gökyüzüne.
Ben gazetedekilerden uzaklaşıp, bilinçsiz sandığım ayaklarımın gayet bilinçli bir şekilde bu bayrağı sallayan arkadaşın yanına götürdüğü kendimi birkaç dakika sonra, "Dünya yerinden oynar ibneler özgür olsa!" diye şarkı söyler ve dans eder buldum. Seçin'le tanışıklığım vardı; onu davulu müthiş bir şekilde çalar ve hem homoseksüel hem heteroseksüel hem de transseksüel pek çok birey bağıra çağıra dans ederken, yanımdaki arkadaş benim elime bayrağını verdi, "Salla," dedi ve gülümseyerek ve kıvırta kıvırta dans etti. Gerçekten tatlı bir manzaraydı.
Eylemden, evde olmam gerektiği için ayrılırken hem SFK'lılara mazeretimi bildirmiştim, hem bahsi geçen arkadaşla telefon numarası değiş-tokuşu yapmıştım hem de mutluydum. Gerçekten eğlenmiştim. Sadece fotoğraflarını görüp saygı beslediğim pek çok kişiyle burun burunaydım.
Özel bir öğle öncesiydi.
Benim için 1 Mayıs 2012 buydu işte. :)
Belki de.
Kendimiz olmayı en çok istediğimiz, bunun hasretini en çok hissettiğimiz anlarda en çok kendimiziz aslında. Birilerinin yanında daha "biz" hissetmemiz ya da birilerinin bizi "biz" olmaktan çıkarma çabasına giriştiğinden yakınıyor olmamız değiştirmiyor bunu.
20120426
20120425
Çok fazla olmamakla birlikte fark edişler sürecine girdiğimi anladım. Yüksek seslerin de etkisi var bu duruma; ancak çeşitli kararlar almama ilkemi geride bıraktığımı da fark ettim. Karar almam gerekiyor. "Hayatımın tamamını kendimi, nereye ait olduğumu, ne olduğumu bulmak" için harcamış olsam bile, er geç bir yerde huzur bulacağıma dair inancım hiç sarsılmadı. Ölmeyi çokça istediğim dönemlerin arada bir ziyaret etmesine de çok karşı değilim. Günü gelince bunu da yaparım belki, bilmiyorum. Benim elimde pek çok "ama" var. Biraz yorucu ben olmak. Öf.
20120424
Hayatınız boyunca, öyle veya böyle bir kimlik geliştirmişsinizdir. İnandıklarınız ve reddettikleriniz, mütemadiyen yerip er geç tahammül etmenizi gerektiren ya da doğrudan sizin yaptığınız bir durumla karşılaşmanız, bir sevdiğinizden yediğiniz darbe, aileniz, cinsiyetinize dair tercihiniz sizi bir şekilde siz kılmıştır. Hatalarınızın olmasına müsamaha gösterecek bir çevre edinme çabasına girişirsiniz ilk sosyalleşme dönemlerinizden itibaren.. Bir şekilde birilerini seversiniz ve elbette siz de sevilirsiniz. Kötü zamanınızda birilerini arayabilecek bir bünye geliştirirsiniz.
Bu kimliğimi seviyorum. Sevmek zorunda değilsiniz. Yeni yeni keşfetmeye başlıyorum kendimi. Beni anlamanızı da sevmenizi de beklemiyorum. Ama hayatta duyduğum heyecanların da acıların da bir zerresini duymayacaksınız artık. Yolunuz açık olsun. Öfkeli ya da kindar değilim. İç hesaplaşma yapmıyorum. Kötülüğünüzü değil iyiliğinizi istiyorum.
Ama hissettiklerim arasında dostluk da yok.
Bu kimliğimi seviyorum. Sevmek zorunda değilsiniz. Yeni yeni keşfetmeye başlıyorum kendimi. Beni anlamanızı da sevmenizi de beklemiyorum. Ama hayatta duyduğum heyecanların da acıların da bir zerresini duymayacaksınız artık. Yolunuz açık olsun. Öfkeli ya da kindar değilim. İç hesaplaşma yapmıyorum. Kötülüğünüzü değil iyiliğinizi istiyorum.
Ama hissettiklerim arasında dostluk da yok.
20120422
öç
Bütün kalbimle, bütün ruhumla, bütün bedenimle çabalıyor da olsam takıntılarımın beni ve etrafımca algılanan benliğimi ele geçirmesine engel olamıyorum. Bir arkadaşıma absürd bir "kusura bakma" mesajı atıyorum ve sonraki dört saatim "o mesajı neden attım ki!" diye düşünmekle geçiyor. Bu süre içinde yanımda dünyamın en değerli misafirlerinden biri de olsa huzuru içimde bulmakta zorlanıyorum. Kendisinden kaçtığım taraflarımı törpülemek ve iyileştirmek ya da en azından kabullenip bağışlamak konusunda neden bu kadar eksik ve yalıtılmış bir yaşantım var?
Olduğun insanı keşfetmeden önce ya da tam da keşfederken, aslında ne ve kim ve nasıl bir insan olmak istediğini de iyi belirlemeliymiş insan, Can'a göre. Bu şekilde kendisine zarar veren alışkanlık ve eylemleri, bir üst modele ulaşmak adına daha rahat ve gözle görülür bir şekilde değiştirebilirmiş. "Alıngan bir kişinin yaşamı çok zordur," dediğimde bana "alıngan olma," demişti. Oldukça yüzeysel bir cevap gibi gelebilir; ama "ben olarak yaşamak çok zor," dediğimde de "sen olma," diye yanıtlaması konuyu biraz daha üzerine düşünülesi kıldı tarafımdan.
Gene de hala o mesajı yazan parmaklarıma öfke besliyorum.
Olduğun insanı keşfetmeden önce ya da tam da keşfederken, aslında ne ve kim ve nasıl bir insan olmak istediğini de iyi belirlemeliymiş insan, Can'a göre. Bu şekilde kendisine zarar veren alışkanlık ve eylemleri, bir üst modele ulaşmak adına daha rahat ve gözle görülür bir şekilde değiştirebilirmiş. "Alıngan bir kişinin yaşamı çok zordur," dediğimde bana "alıngan olma," demişti. Oldukça yüzeysel bir cevap gibi gelebilir; ama "ben olarak yaşamak çok zor," dediğimde de "sen olma," diye yanıtlaması konuyu biraz daha üzerine düşünülesi kıldı tarafımdan.
Gene de hala o mesajı yazan parmaklarıma öfke besliyorum.
Enternasyonel
" Kurtaracak yüce bir varlık yok bizi
Ne yüce mahkeme, ne kral, ne tanrı.
Sefalet olmaktan kaderimizi,
Gene ancak biz kurtarabiliriz kendimizi."
Ne yüce mahkeme, ne kral, ne tanrı.
Sefalet olmaktan kaderimizi,
Gene ancak biz kurtarabiliriz kendimizi."
â
-Düşlediğin şeyi yap. Potansiyelini harcama. Sadece birileri daha güzel tatiller yapsın diye kredi kartı sayını çoğaltma. Hayatın boyunca bir Porsche sahibi olmak için çalışacaksan, bil ki, bu asla gerçekleşmeyecek. Onun yerine düşlerini basitleştir. Porsche'm olsaydı geceleri rahat uyuyamazdım. Park edeceğim yeri seçmek için tüm şehri dolaşmak zorunda kalırdım.
-Düşlediğin şeyi yapmak zorundasın. Hayatla ilgili pek çok şey söylenmiş vaktinde. Anneni ya da babanı, belki teyzeni ve dayını iyi dinle; söyleyecekleri vardır belki ve kuvvetle muhtemel söylediklerinde haklı çıkacaklardır. Egonu şişirme çabasından sıyrıl ve sadece kulak vermeyi dene. Bir kaybın olmayacak.
-Düşlediğin şeyi yap, evlat. Çünkü seni hayatta tutan bir düş, dünyadaki tüm Porsche'lerden daha gerçektir.
Bir zamanlar yapmayacağınız iddiasıyla ortalıkta bas bas bağırdığınız pek çok şeyi yapmaya başladınızsa,
Ailenizin önemini kavramayı öğreniyorsanız,
Kendinizi biraz daha fazla seviyor, yapmak istediklerinizi sırf hayatınızdaki insan ya da insanlar yadırgayacak ya da yargılayacak korkusuyla yapmaktan vazgeçmiyorsanız,
Eskiden benzer bir organizasyona çekinerek gittinizse ve şimdiki organizasyona müthiş rahat bir biçimde katılım gösterdinizse,
Yeteneklerinizden, başardıklarınızdan, gördüklerinizden, az da olsa izledikleriniz ve okuduklarınızdan gurur duymayı öğrendinizse,
Egonuzu rafa kaldırmak için çabalara giriştinizse ve genel olarak başarmakta olduğunuza inanıyorsanız,
Konuşmadan önce iki kere düşünmeyi öğreniyorsanız yavaş yavaş,
Hatalarınızı fark etmeden önce birinin sizi uyarmasına ihtiyaç duymuyorsanız
ne mutlu size..
Bir gitmek formatım var, sağından solundan sündürüp sündürüp kullanıyorum. Bir hayrete düşmek anımda kulağıma çalınan tanıdık bir eski zaman şarkısı, o sünmüş ve belki yamalanmış düşe yeniden katıyor ruhumu. Söyleyenin anadili de şarkının dili ve sözleri de pek umrumda olmuyor o anda; beni alıp uçursun, o melodiyle yollasın uzaklara, yetiyor. Tanımadığım insanları sevdiren şarkıları, tanıdıklarımı özleten ve aratan melodileri, çarpıcı notaları seviyorum bir anda. Başa sarıyorum hemen, bitince. Gene, yollarda buluyorum kendimi. Acil durum butonuna çok uzakta, tehlikenin tam ortasında..
-sun.
Sürekli yapabileceklerinizi, düzeltebileceklerinizi, kurtarabileceğinizi düşünmeye başlamışsanız herhangi bir ilişkinizde durup bi' nefes almalısınız. Karşınızdaki bu herhangi bir insan durup da sizin için ne yaptı, sizi ne kadar önemsedi ve gerçekten yanınızda olmasına ihtiyaç duyduğunuzda ne oranda yanınızda olduğunu hissettirdi? Yaptıklarınızın hiçbirini karşılık için yapmadığınızdan siz eminken, o herhangi bir insan ısrarla sizin kötü niyetle yaklaştığınızı düşündüğünü hissettiriyorsa, sizin yapabileceğiniz bir şey kalmamıştır aslında.
Birini sevdiğimizde öyle veya böyle dahil ettiğimiz dünyamızla ilgili büyük bir yanılgımız var: Biz kendi dünyamızı, o kattığımız insanla var sanıyoruz; halbuki o insan, bizim onu o dünyaya katışımızla var.
İnsanlara biraz daha toleranslı olmamız gerek. Sevdiklerimiz için sınırlarımızı seve seve gevşetebiliriz. Karşımızdaki insanın sınırlarının keskinliğini gözümüze sokması durumunda da, aradaki bağları zayıflatmış olan biz olmayız. Belki karşılıklı bir tercihtir belki de tümüyle doğal akış çerçevesinde gerçekleşmiştir bu zayıflama.
Ama kimsenin yaşamımızda kalması için çaba göstermemiz gerekmiyor.
Çaba gösterilecek şey şu: Sevdiklerimiz için, sevdiklerimizin mutluluğu için, sevdiklerimizin iyiliği için ya da bu "sevdiklerimiz" yerine benliğimizi koyabilmek için ilişkimize çaba göstermeliyiz.
Belki de "özen" daha doğru bir kelime. "Çaba" çok zoraki...
20120420
20120418
sevgi hâli.
Benim Zeki Müren ve içinde ney sesi geçen her şarkıyı seven bir sevgilim var. Ankara'ya geldiğim ilk günden beri hayatımda öyle veya böyle etkilendiğim/etkilediğim bir karşı cinsimin olması benim şımarıklığımdan değil; sevgiyi seviyor olmam. Sevmeyi ve sevilmeyi sevmemden bu. Ama onun, içinde ney sesi geçen her şarkıyı sevdiği gibi sevmediği kendimi burada tutan en önemli nedenlerden biri olduğunu bilmemesini istiyorum.
Daha önce bir karar almıştım: "Kalmak için her zamankinden çok nedenim olduğunda, gideceğim. Çok sevdiğim bir adama, onu çok sevdiğimi hiç söylemeden ve sevmediğim birine, "Ben seni hiç sevmemiştim ki," dedikten sonra. Gittiğim yerde beni bekleyen tüm iyi ya da kötü şeylere kendi ayaklarımla gideceğim. Tek başıma."
Galiba o süreç çok yaklaştı.
Çünkü kalmak için gerçekten çok nedenim var.
Daha önce bir karar almıştım: "Kalmak için her zamankinden çok nedenim olduğunda, gideceğim. Çok sevdiğim bir adama, onu çok sevdiğimi hiç söylemeden ve sevmediğim birine, "Ben seni hiç sevmemiştim ki," dedikten sonra. Gittiğim yerde beni bekleyen tüm iyi ya da kötü şeylere kendi ayaklarımla gideceğim. Tek başıma."
Galiba o süreç çok yaklaştı.
Çünkü kalmak için gerçekten çok nedenim var.
20120415
Güzellikler
Tanımadığınız bir adam çıkıp gelir, yanınıza oturur, sohbete başlar ve kendi başına bunu sürdürür. Bir müddet rahatsız olursunuz, sonra bir yerden yakalar sizi. Bir süre sonra güzel müzik grupları ve müthiş şarkılar öğrenirsiniz bu adamdan. İsmi bile yoktur.
Tanıdığınız, sevdiğiniz bir İdil vardır. Birgün bi' mail atar. Bi' projeye başvurmamı önerir. Başvururum, kabul edilirim. Beş gün boyunca, hayatta en çok yapmak istediğim şeyi, eylemsel olarak sanatı sokakta icra edeceğimi bilip akşamdan heyecanlanırım.
Tanıdığınız, sevdiğiniz bir İdil vardır. Birgün bi' mail atar. Bi' projeye başvurmamı önerir. Başvururum, kabul edilirim. Beş gün boyunca, hayatta en çok yapmak istediğim şeyi, eylemsel olarak sanatı sokakta icra edeceğimi bilip akşamdan heyecanlanırım.
20120413
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikfDmn01o_aPKA_gIlGQfVyiZJGZciXClLePUhvS1OtXR2zMYNXM-B0dgu3Bzu8KSYDWB3_BWwA-507fbOuujgJizh40hXljGpNlx0L6YQsTklqQSFVMJWquBSPuuKDRkEPre5DJGcs9k/s320/s_gill.jpg)
Gömdüğünüzü zannettiğiniz bütün gerçeklikleri, yeniden gündeme getirecek bir koltuk minderi bulacağınız o gün, dinleyeceğiniz şarkıları ve anımsayacağınız güzel anları iyi seçmelisiniz.
Küçücük bir mimiğiniz ya da tek bir ses titremesi, konunun aslında hiçbir zaman bir erkek çocuk gâyesi olmadığını anlamalarına neden olabilir.
Birlikte yaratmak istediğinizin bir insan değil, bir yaşam olduğunu onlar bilmemeliler.
Kendi yaşamını yaratırken başkasının sana eşlik etmesi için onu zorlayamazsın. Bazen sahneye atlayıp tek başına dans edebilmen gerekir.
Bazen o koltuk minderini bulduğunda, fırsatı kaçırmaman gerekir. Sırf dinleyecek birileri yok diye etrafta, cümlelerini cebine tıkıp yoluna gitmemelisin. Bazen kendi kendine, dünyadaki en aptalca filmleri seyretme yükümlülüğü yükleyebilmelisin.
İyi başladığın bir günü berbat şekilde noktalamamak için, bir dakikalığına, kendini ciddiye almayı kenara bırakabilmelisin.
Rudolf Bahro, ekolojik yıkıma götüren pratiklerinin insanın ego yüklü bünyesinden doğduğunu söyler. Sanayi uygarlığı da suçludur; ama kapitalizmi ortaya çıkaran da insanın bu her an tekelleşme ve büyüme arzusundaki yapısı olmuştur. Siz, kendiniz, kendi kendinizi değiştirmedikten ve müthiş bir evrimsel kazanım olan bilincinize tutunurken egonuzu geçmişe gömmediğiniz müddetçe, sizin nezdinizde tüm insanlık kendi kendisini yok etme yolunda emin adımlarla ilerleyecektir. Bahro böyle der.
Ekoloji benim için müthiş bir konu olmasına rağmen, şu dakikada, siktir et ekolojiyi de, kendi kendini dönüştürmeye yoğunlaş diyorum. Kendi kendimi dönüştürdükten sonra, çevremde kim kalmış ya da çevremden kim gitmiş, ekolojik yıkıma katkım artmış mı azalmış mı-ki, azalacaktır- umrumda olmayacaktır zaten.
Du' bakalım.
Soon we'll be found.
just a habit
Birgün bir şeylerin büyüsü bozulmaya başladığında, aslında bozulan bir şey olmadığını ve her şeyin normale dönmeye başladığını görebilin isterdim. Kaçamayacağınız gerçek kimliğinizin, bütün motive edici cümleler ve bütün sevgi-sebepli-dönüşümlere rağmen bir yerden sonra yeniden ortaya çıkacağını bilmenizi isterdim.
Kendinizi "akışa" bırakmanızı, "öz"ünüze dönmenizi ve kimliğinizi keşfetmenizi öneren tüm kuramcılara ya da sokağı ev bellemiş ermiş şarapçılara rağmen kendi akışınızı yaratamadığınız müddetçe hiçbir şeyin iyiye gitmesi mümkün olmayacak.
Bir yerden sonra bu rezilliğe dur diyecek ve eyvallah deyip yola çıkacaksınız nasılsa.
Ama, bunun gerçekleşebilmesi için biraz incinmiş olmayı ve üzülecek olmayı göze almanız gerektiğini bilin isterdim.
Kendinizi "akışa" bırakmanızı, "öz"ünüze dönmenizi ve kimliğinizi keşfetmenizi öneren tüm kuramcılara ya da sokağı ev bellemiş ermiş şarapçılara rağmen kendi akışınızı yaratamadığınız müddetçe hiçbir şeyin iyiye gitmesi mümkün olmayacak.
Bir yerden sonra bu rezilliğe dur diyecek ve eyvallah deyip yola çıkacaksınız nasılsa.
Ama, bunun gerçekleşebilmesi için biraz incinmiş olmayı ve üzülecek olmayı göze almanız gerektiğini bilin isterdim.
20120411
İmza: Nemesis
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9FhLPaVJwtCmrkoyMHDaF4_R2s-I-eOA9yqQX_d-tww09ToEET_jKm9CvhrEIncVnFX98G0GBFgH51z6cMtzMNhZT27wCol_DQVT57PjzvO_PmGzHbTgDNaxyqjlg2g2pq3hol6R50uc/s320/800px-Ben_Wilson_chewing_gum_artist_at_work.jpg)
Cesur olmak, korkmamak ya da korkar olmamak demek değildir. Cesur olmak, bir seçimdir. Bir oluştur. Kafa kağıdınızdaki özet geçilmiş nitelikleriniz arasında asla olmayacak olan, olması beklenmeyecek olan bir oluştur hem de. Bir nevi, tersine dönmesidir "modern" insanın. Bir cinsel organa göre ve/veya bir "vatandaş" olarak anılmak istemeyi bırakıp birey olmaya odaklanmaktır. Kendi seçimlerini yapacak, düşünecek ve kendi seçimlerini yaşayacak bir birey olarak yaşamak, bu şekilde ölmeye hazırlıklı olmaya bir adım yaklaşmak demektir. Cesur olmak, cesur olmaktır. Bir olma halidir cesaret... Ötesi değil.
Çocukluğum, sosyal-demokrat(potansiyeli)olan ebeveyn ve aile büyükleri arasında geçti. Gittiğim gösterişsiz mahalle ilkokulunda, duruşuyla ve görünüşüyle sivrilmiş, saygı gören ve okul aile birliğinde başkanlık yapan annemin de etkisiyle gayet popüler bir kimlikle okudum. Adaletçiydim: Öğretmenim konuşmadığım halde kafama kırmızı kapaklı ağır test kitabını geçirdiği için tam iki hafta konuşmamıştım onunla. Dayanışma konusunda kendimi aşmıştım: Annem ve babam bana, toplumun hangi tabakasından gelirse gelsin hiçkimseden farklı olmadığımızı iyi belletmişti. Tüm hayatım boyunca görece ezilmiş kişilerle daha büyük ve gerçek samimiyetler kurdum. Çoğu zaman zengin bir iş adamı olarak anılan babamın sosyalist kimliğinden bihaber geçirdim o zamanları. Sonra sonra, annemin de Ankara Hukuk'tan terk olduğunu öğrendim. Lisede kırmızı kazaklar örermiş kendine, okul kapısında pek çok kez tartaklanmış; bilmiyordum çocukken.
Ablam kolejde okudu orta okulu. Sonra devam ettiği devlet lisesi, benim dönemimde anadolu lisesi olarak belirlendi ve ben aynı hoca kadrosuyla lise öğrenimmi tamamladım. Sonra ablam Ankara'ya, bir vakıf üniversitesinde hukuk öğrenimi görmek için geldi. Ben de bundan dört sene sonra Ankara'ya, sırf onun yanına kaçışlarımda dolaştığım Kızılay'a müthiş aşık olduğum için geldiğimde, bir devlet okulu olan Gazi Üniversitesi'nin öğrencisi olarak geldim.. Aynı vakıf üniversitesine benim de puanım yetiyordu, burslu olarak gene istediğim bölümü okuyabilecektim; ama siyasi duruşum sebebiyle -sosyal devlet anlayışına sonuna kadar sadık bir yeniyetme olarak, daha da kötüsü uyuyarak geçirilen bir orta okul ve lise öğrenimi sonrasında- devlet okulunda okumayı kafama koymuştum. Hayatımın hiçbir döneminde bu görüşümün değişmeyeceğine dair inancım çok sağlamdı..
O aralar annem ve babamın CHP oydaşlıklarını çok sorgulamıyordum. Köhne zihinlerin arasındaki aydın ve seçkin ebeveynlerimle dibine kadar hayrandım. Bu durum hala pek değişmedi.
Okulda Atatürkçü Düşünce Topluluğu'nun kemik kadrosuna otomatik olarak dahil oldum. Buna ek olarak çok kısa bir süre TGB'de de bulundum. Lisans hayatımı, fakülte topluluklarınun yaygın ülkücü hissiyatıyla kötü kötü bakmalarına, arada bir omuz atmalarına ve hatta bir arkadaşımı 1'e 20 oranında saldırmalarında olaya az çok müdahil olmam sonucu bu tepkilerin artmasına tahammül ederek ve tepki göstererek geçirdim. Birkaç kez, engellenen organizasyonlar yapma işine giriştik ve birkaç kez standımız yağmalandı. Son sene, okula uğramaz oluşum sebebiyle ADT'den git gide uzaklaştım. Hala arkadaşlarla arada bir görüşürüz; ama toplulukla bağım tamamen koptu.
Bu arada ben, zaten en değerli senelerimizin saçma sapan bir düzensizlik ve alışkanlıktan bozma yöntemlerle, sorgulamanın ters tepeceğini beynimize kazıyarak işleyen eğitim sistemiyle heba olduğunu düşündüğüm için KPSS'ye girmemek konusunda müthiş kararlıydım. Kendimi çekirdek çitleyerek ya da vatandaşı hılt ederek geçirilecek mesai saatlerine adapte edemeyeceğimi biliyordum. Daha doğru bir söylemle, ne yapmak istediğimi henüz bilmiyordum ama ne yapmamak istediğimden tümüyle emindim. Hayli özgüvenli söylemler...
Neyse sonra mezun oldum, mezuniyetimizi kutladığımız bol mezeli ve karıştırılan içkili, dolayısıyla tüm sağlıklı yetilerini kısa süreliğine rafa kaldırmış bünyemle derhal bir özel şirkette işe girdim. :) Paraya ihtiyacım vardı, canım daha önce yaptığım gibi sekreterlik ya da garsonluk yapmak istemiyordu; zira daha fazla paraya ihtiyacım vardı bu sefer. Tam 18 gün sabredebildim. Sonra, hayattaki biricik vasfı "patron" olan hanımla kavga ettim. Bana insan gibi davranılmıyordu, aleni şekilde "mobbing"e maruz bırakılmıştım ve sadece bu insana tahammül etmek bile alkış hakedecek bir şeydi. Kazandığım para bana bütün yaz yetti. Birkaç gençlik projesine katıldım, seyahat ettim, arkadaşlarla tatil yaptım(hayatımda ilk kez).
Bu süreçte, ablamla paylaştığımız evden ayrıldım ve bir müddet arkadaşlarda, erkek arkadaşta, ebeveynlerin memleketteki evlerinde ikamet ettim. Yaz sonlarına doğru yüksek lisansı kazandım, arkadaşlarımın oturmakta olduğu eve üçüncü çıktım ve başka bir özel şirkette işe başladım. Bu sefer, beklentim vardı. İleride KOSGEB desteğiyle annem için bir yer açmak istediğimden, proje danışmanlığı yapmak işime geliyordu. Ama arkadaşlarına kavun taşıtan, kayınçosunun atandığı kenti öğrenmek için Ankara Tıp Fakültesi'ne filan gönderen ve sadece dini bayramlarda tatil yapmamıza müsaade eden bir patronla yüz yüze olduğumdan ve ayrımcılığa ve "param var benim, senden üstünüm" anlayışına en az tanrıya inandığım kadar karşı olduğum için, pek tabii ki, tahammül edemedim... Ordan da 1,5 ay sonra kavga kıyamet çıktım. Ordan aldığım para da bir süre idare etmemi sağladı.
Yüksek lisansa yoğunlaştığım 2011-2012 güz döneminde bütün ödevlerimi takır takır yaptım, bulunduğum yeri sevdim ve akademisyen olmayı düşlemeye başladım. Tam da bu dönemde, senelerdir uyuttuğum kendim bir şeyleri anlamaya başladı. Milisaliselik aydınlanma seansları birbirini kovaladı ve her yolculuk sırasında ben daha çok "hass..." tepkisi verir buldum kendimi.
Fark ettiğim gerçeklikler, "toplum" anlayışından, Türkiye toplumunun çoğunluğundan ve ezici eylemlerinden tiksinmeme yol açtı. "Sosyal" anlayışım çatladı. Kendisini güçlü ve farklı addettiğim pek çok kadının "bayan" anlayışından öteye geçemediğini, "bayan yanı destekçisi" olduğunu, kadınların "yasal" olmayan cinsel hayatlarını histerik olarak değerlendirdiğini, erkeklerin "kusurlu" kadınlarla evlenmek istememelerini haklı gördüklerini, hangi siyasi partiye dahil olursa olsun tüm siyasetçilerin korkunç olduklarını anladım. Daha kötü fark edişlerim daha çok acı verdi. Bu devlette, devletin kendi eliyle yürütülen bütün politikalar rezildi. Yıllarca faşist uygulamalarla, eğitimi, medyayı, ekonomiyi, her şeyi ama her şeyi kullanarak, küçük-büyük pek çok topluluğu ezdiğini çok sonra fark ettim. Devlet, yapay bir anlayıştı ve devletlerin sınırları, barışın ve gerçek adaletin aleyhine atılmış ilk darbeydi. Bu dünyada gücünü sadece büyük, hep daha büyük olmak için kullanan birkaç devlet vardı ve en büyük ekolojik ve sosyal yıkımı da, yarattıkları saçma sapan ve temelsiz kavramlarla (gelişmekte olan ülke- üçüncü dünya-sürdürülebilir kalkınma-..) biz elbirliğiyle yürütmek için çokça istekli bir ülkeydik. İnsanlar, kendilerini sevmeyi, kendilerinin güçlü olduğunu asla öğrenmedikleri, öğretilmekten kaçınılan pek çok yararlı bilgiden yoksun nesiller yetişsin diye ceplerini boşaltıp çocuklarını, eğlenecekleri ve sevgiyi öğrenip deneyimleyecekleri en güzel yaşlarında "okullara" yolluyorlardı. Sağlık, hizmet filan değildi! Sağlık hizmeti diye bir şey yoktu. Eğitim yoktu. Devlet, iğrenç ve ağzından tükürükler saçan bir şirket patronundan başka bir şey değildi. Yönetişimci anlayışı öncüler gibi görünen, sadece gibi görünen, tüm uygulamaların altında, yerel yönetimlerin de sermayeden nasibini almak adına mücadele eden sahtekar başkanları vardı. İnsanlar gerçekten aptaldı. Baştan sona yanlış olan uygulamaların karşısında şükrediyorlardı.
Diktatörce tavırları, diplomasiyle siyaseti birbirine karıştıran uluslar arası politikaları, kendisini seçen insanlardan nefret eden "erk"leri yüceltiyordu insanlar. Gerçekten "küçük adam"dılar ve dinlemiyorlardı. Büyük ya da büyümeye gönüllü adamlara da karşıydı bu küçük adamlar.
Devletten nefret ettim. Ezilen halklar üzerinde ısrarla ve iştahla yürütülen sömürüye her gün daha çok tanık oldum. Bir küçük burjuva çocuğu olarak ben, insanların umutlarının ölüme götürdüğü, yol ortasında kazılıp bırakılan çukurlarda öldükleri, "dostlar alışverişte görsün" zihniyetiyle gencecik fidanların eline silah verip onları "milliyetçi" hislerle doldurup bir başlarına bırakıldıkları bir ülkenin vatandaşıydım ben. Dünyanın pek çok ülkesi, pek çok devletindeki gibi, birey olmam istenmiyordu ve birey olarak müthiş değersizdim.
İnandığım tanrıya sırtımı döndüm.
Doğru bildiğim her şeyin yanlış olduğunu gördüm.
Dünyada bu yanıgıya sımsıkı sarılarak bomboş bir ömür geçiren milyarlarca zavallı insanın yaşadığını anladığımda, daha çok öfkelendim.
Kadın üzerindeki, doğa üzerindeki, sanat üzerindeki, insanlar üzerindeki, barış üzerindeki tahakkümü meşru kılan her şeyi devletin kendisinde buldum. Amerika'nın düşman yaratma savaşlarına ihtiyaç duymadım: Dostum olduğundan çokça emin olduğum kurumun kendisi, hiçbir zaman dost olmamıştı ve olmayacaktı. Yapısı gereği olamazdı.
Bu arada okuduklarım, dinlediklerim, izlediklerim gösterdi ki, anlamakta gecikmiştim. Ama döndüğüm zarardaki kâra odaklandım.
Kendimi sorguladım. Kendimi tanımaya çalıştım. Kafamı, bunun için gerçekten çok yordum. Uykusuz ve ağlak geceler ve günler geçirdim. Sevdiklerimden yardım aldım.
Kolektif yıkıma dur demek için önce bireysel devrimimi gerçekleştirmem gerekiyordu. Bu süreç henüz bitmedi. Ama başlangıcı geride bıraktım ve sağlam adımlarla ilerliyorum, biliyorum bunu.
Üstelik benim bu gerçekleri ve bu bireysel devrim kararını vermem için, kadrolaşma illetinden zarar görmem ve atanamamam gerekmemişti. Tanıdık aracılığıyla girebileceğim işler de oldu; girmedim. Özel üniversiteye beslediğim hisler daha romantikti; ama bu kararım tamamen karakterimle alakalı. Babadan gelen bir "emir alamama" halim var çünkü. Ayrıca yapım gereği, gebe kalma ya da alem ne der anlayışına mensup olmadığım için o iş yerindeki herhangi bir rahatsız edici uygulamada çenemi sıkamayacağımdan emindim. Gerek yok. Garsonluk da yeterince iyi bir iş. Üstelik Ankara'da, bir duruşu rahatlıkla devam ettireceğin ya da kendini geliştirebileceğin, yanlışlarını öğrenebileceğin küçük işletmeler de olduğundan, çok mecbur kalırsam iş bulmakta çok zorlanmayacağımı düşünüyorum. Yeter ki kimsenin karşısında boynumu bükmeyeyim, "emredersiniz," demeyeyim. Yeter ki altmış yaşımda al-ver işi yaparak ölümü düşlemeyeyim. Çünkü hayatımda kimseye yalakalık etmedim. Edemem.
Şimdi bir yerlerde gazeteciliği öğrenmeye çalışıyorum.
---
Cesur olmak bir tercihtir. Bir rastlantı sonucu bu devletin sınırlarında dünyaya geldiğim için, önceden çizilmiş bir kötü kaderi yaşamayacağım. Sırf bu rastlantı yüzünden ben, milliyetçi duygular beslemeyeceğim. Sırf, öldükten sonra ödüllendirileceğim diye güzeli haram, saçmayı helal kılan dine köle olmayacağım. Devletin, sermaye sahiplerinin, pabucumun güçlülerinin karşısında dimdik duran küçük oluşumları destekleyeceğim. Anarşizm ruhunu taşıyan insanlarla tanışacağım. Bisikletine atlayıp kendini ve dünyayı keşfeden insanlara aşık olacağım. Nüfus kağıdını ve kredi kartlarını kesip atan McCandless'ı düşünmeden bir gün geçirmeyeceğim. İnsanlara inat insanları seveceğim. Sanatı duvarlar arkasına, düşünen büyük adamları parmaklıklar arkasına, birbirini seven hemcinsleri toprağın altına gönderen zihniyete, soluduğum sürece karşı çıkacağım. Öldürülen, intihar eden, umursanmayan ve hayatının tek bir dakikasını bile ağlayarak geçiren herhangi bir "vatandaşın", özellikle de gençlerin, çocukların ve kadınların hislerini paylaşacağım.
Bizden nefret eden, yıldırmak isteyen, uyutan, emirlere uyarak emirler veren, dünyayı çürüten, sahtekar ve kapitalizm müridi devleti, ben, sevmiyorum. Dileyen sevsin. Dileyen desteklesin. Dileyen şükretsin. Ben etmiyorum. Dünyada sevgimi hakeden milyarlarca başka güzellik varken, bunun üzerinde harcamıyorum. Hayatımın sonuna kadar, sokak müzisyenlerini, tezgahtarları, Noviembre'ci anlayışı destekleyeceğim.
Susma..
20120406
Düşlediğiniz bir şeyler varsa, onlara tutunmak için beklemeyin. Kötü de olsa ve hatta yeteneksiz de olsanız, çizin o resmi. Müzik kulağınız olmasa da, güzel müzikler dinlemeyi başarın. Bir bardak çay içmeyi bile düşleyebiliriz bazen..
Annem hastahanede şu an. Yalnız başına. Yarın da ameliyatı var. Benim gitmemi istemedi, ertesi gün gideceğim yanına.
----------------
Annem hastahanede şu an. Yalnız başına. Yarın da ameliyatı var. Benim gitmemi istemedi, ertesi gün gideceğim yanına.
----------------
20120402
Tuesday's Gone dinleyerek güne başlamak.
Yanımda bir sürü kitap ve makaleyle işe gelmek.
Haftasonunu annemin yanında geçirdim. Neden bu kadar hüzün meraklısı olduğumu bilmiyorum; ama beni sorunlu kılan şey içimde değil dışarda gerçekleşen olaylar.. Algılayamadığım ve hızına ayak uyduramadığım ama ısrarla ayak uydurmak için çabalama zorunluluğu& gerekliliği hissettiğim mevzularda kafam allak bullak oluyor. Her şekilde bocalıyor ve arada bir de ayağım takılıp düşüyorum.
Bunda yanlış olan bir şey yok.
Sadece, unutkanlık ve aldığım dersleri her olayda yeniden almam koyuyor biraz. Bundan da tümüyle kendim sorumluyum. Bir insan akıllandığı günlerden hemen sonra hafıza kaybına uğratmamalı kendini.
Bunda yanlış olan bir şey yok.
"Hata"yı kendime veya en sevdiklerime yapmıyorsam, kimsenin lafını da dinlemem. En iyi olduğuna inandığı tanrısına laf ettiğimde annem nasıl sakince tartışıyorsa, ben de gerçeklerime bu kadar soğukkanlıca sahip çıkmalıyım. Öfkelendiğinde ne var ne yok her şeyi kırıp döken bir insan olmak istemiyorum artık.
Haftasonunu annemin yanında geçirdim. Neden bu kadar hüzün meraklısı olduğumu bilmiyorum; ama beni sorunlu kılan şey içimde değil dışarda gerçekleşen olaylar.. Algılayamadığım ve hızına ayak uyduramadığım ama ısrarla ayak uydurmak için çabalama zorunluluğu& gerekliliği hissettiğim mevzularda kafam allak bullak oluyor. Her şekilde bocalıyor ve arada bir de ayağım takılıp düşüyorum.
Bunda yanlış olan bir şey yok.
Sadece, unutkanlık ve aldığım dersleri her olayda yeniden almam koyuyor biraz. Bundan da tümüyle kendim sorumluyum. Bir insan akıllandığı günlerden hemen sonra hafıza kaybına uğratmamalı kendini.
Bunda yanlış olan bir şey yok.
"Hata"yı kendime veya en sevdiklerime yapmıyorsam, kimsenin lafını da dinlemem. En iyi olduğuna inandığı tanrısına laf ettiğimde annem nasıl sakince tartışıyorsa, ben de gerçeklerime bu kadar soğukkanlıca sahip çıkmalıyım. Öfkelendiğinde ne var ne yok her şeyi kırıp döken bir insan olmak istemiyorum artık.
20120330
** ** **
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWlmteJZqzf-iBRjs6umq5bwEw_qMDcPaDZMoYbPvmEu_IA88PrKDSaXHXdu74svimpHJc2MSmnWi3qRbg_JhyAc9fMYAwkgIpn1TIDWuXiUu_Bd_XDIEEFctTitdieDaiQ1TcdZIRr5k/s320/224385_211746075510978_140415839310669_762515_2339747_n.jpg)
Sosyal Çevre Bilimleri'nde yüksek lisans yapmak, ekolojist ya da ekolojizme yakınsayan ideolojilere mensup olmak sonucunu doğurur. Bu bölümde okuyorsanız, elinizdeki malları çoğaltmamayı, sınırsızca tüketici olmak yerine üretken ve tasarruflu bir yaşam sürdürmeyi, doğal ürünler kullanmayı, para yerine kullanım akışına katkıda bulunmayı, toplu ulaşım araçları kullanmayı ve sosyal paylaşım sitelerinden zumbara'ya, couchsurfing'e, değiş-tokuş sitelerine üye olmayı ve sürdürülebilir toplum& sürdürülebilir yaşamı destekleyen her türlü fikre kulak kabartmayı gerektirir.
Ekolojist, Yeşil, derin ekolojist(ekosofist), toplumsal ekolojist, eko-Marksist, eko-feminist, eko-anarşist, vb ideolojilere sıcak bakmak ya da doğrudan mensup olmak, Bob Marley, SOJA, the Beatles dinlemek demektir. Barış şarkıları söyleyerek şarap içmek, Güneş'in batışını izlemekten felsefi cümlelerde boğulmak kadar zevk alabilmek, doğayı ve insanı her şekilde sevebilmek demektir. Lennon gözlüğü, rasta, dövme, piercing, şalvar,el örgüsü, doğal sabun, kamp, Vosvos, sandalet, bira sevmek demektir. Olympos, Kelebekler Vadisi, Kabak'ı her zaman Bodrum'a, Kuşadası'na tercih etmek demektir.
Hep bir doğaya dönme arzusuyla yanıp tutuşmaktır. Plastik şişeleri geri dönüşüm için ayrı poşette biriktirmektir. Doğayla ilgili haberlere iki kat dikkat etmektir. Sürdürülebilir kalkınma safsatasına karşı olmaktır. Radikal dinci olmamaktır. Kadınlara ikinci sınıf insan gözüyle bakmamaktır. Bir sokak köpeğine işkence eden birini görüp onu dövebilmektir. =)
Victor Ananias'ı sevmek, ötesini berisini bırakıp permakültür enstitüsü kuran adamlara saygı duymaktır. Nükleer karşıtı mücadelede de, Anadolu ekolojisi üzerindeki yıkıma karşı da aynı tutkuyla mücadele etmektir.
Biraz sürdürülebilir kalkınmacı, sistem içi çözüm önerileri sunsa da Tema'yı desteklemektir.
İnsanın kendisini doğanın hâkimi gibi görmesine akıl sır erdirememektir. Daha fazla para kazanıp daha verimsiz ve doğadan kopuk bir gelecek için çaba göstermeye tenezzül etmemektir.
Sonra couchsurfing'de bir yabancının, "plansız ve hesapsızca, bir süre ülke gezdim tek başıma, üç ay boyunca.. " yazdığını görüp düşünmeye başlamaktır.
:)
* ** ***
http://www.youtube.com/watch?v=X572Mp_r46E
20120324
queen
Birilerine kendinizden fazla değer verdiğinizde sorun yaşarsınız:
"Too much love will kill you."
Bunun hastalıklı bir durum olduğunun farkına varmak sizi incitir:
"Love hurts."
Hayatınızda bir şeylerin eksik olduğunu hissettiğinizde, bu boşluğu doldurmak için icatlara sığınırsınız:
"Sex&Drugs&Rock N'Roll"
Kendinizi çok sevmediğinizi anladığınız zaman mutsuz olursunuz:
"Living on my own"
"Too much love will kill you."
Bunun hastalıklı bir durum olduğunun farkına varmak sizi incitir:
"Love hurts."
Hayatınızda bir şeylerin eksik olduğunu hissettiğinizde, bu boşluğu doldurmak için icatlara sığınırsınız:
"Sex&Drugs&Rock N'Roll"
Kendinizi çok sevmediğinizi anladığınız zaman mutsuz olursunuz:
"Living on my own"
20120318
Düşünmekle son bulmayacak kadar saçma bir kaostasınız. Düşüncenin gerçekliğine, yalın ve somut bir ŞEY olduğuna inanmıyorsunuz. İnancınızın da bir ayağı kırık, bir gözü kör filan... Öyle saçma sapan bir durum kısaca. Bir yakınınızdan daha çok seviyorsunuz dinlediğiniz şarkıyı, düşlediğiniz mekanı, düşündüğünüz yabancıyı: Aramakta olduğunuz, yaklaşmasını dilediğiniz biri var bir yerlerde.. Aynı anda biri de var hemen başucunuzda, saçınızı okşayarak sizi sımsıkı seviyor: "Çok seviyorum," diyor ve şaşırmadığınızı biliyor: Ben de seni.
Bir iki sizli bizli itiraftan sonra aslında aradığınızın ne olduğunu sorgulamaya başlıyorsunuz. Aramakla bulunacak mı ki?
(Seda'ya da ulaşamıyorum çok zaman oldu gerçekten. Bir sade kahve içerek ve film izleyerek yaşayabileceğim bir odası var.)
Halinizden de hoşnutsunuz-konuyu dağıtmayalım-. Bir kediniz var ama siz bakmak zorunda değilsiniz: Sevmeniz lazım sadece ve aslında bu bile bir görev değil. Neticede bu hayvan da sıçıyor.
Bir öğrenci evinde, arada bir yemek pişirerek, odanızı tüm varlığınızı severek, "bayadır da bira-fıstık seansı yapmadık," diye düşündüğünüz bir iki insan da var: Yaşayıp gidiyorsunuz.
Vivaldi'nin Yaz şarkısında hissedemiyorsunuz yaz mevsimini!!
Aslında sorun da bu belki.
Gidesiniz var. Uzun zamandır var. Bu defa, gerçekten nereye gidilebilir, gidince ne iş yapılabilir, gitmezseniz ne yapacaksınız diye ciddi ciddi düşünüyorsunuz.
Canım sevgilim ve canım arkadaşlarım: Ev ve diğerleri. Canım ablacım, canım annecim. Canım bisürü kişi, yer, adam. Canım Elif.
Gideceksin de ne olacak?
Kalacaksın da ne olacak?
Silkin ve kendine gelcilik... Adamsendecilik filan.
Serde bizbizelik hali var.
Serde yitip gidenler var... Gitseler de sikimde olmayanlar. Gitseler de çok da öyle sikimde olmayacaklar da var. Gitseler ciddi üzülebileceklerim, üzüleceklerim var.
Ah canım Elif.
Sussana artık.
Bir iki sizli bizli itiraftan sonra aslında aradığınızın ne olduğunu sorgulamaya başlıyorsunuz. Aramakla bulunacak mı ki?
(Seda'ya da ulaşamıyorum çok zaman oldu gerçekten. Bir sade kahve içerek ve film izleyerek yaşayabileceğim bir odası var.)
Halinizden de hoşnutsunuz-konuyu dağıtmayalım-. Bir kediniz var ama siz bakmak zorunda değilsiniz: Sevmeniz lazım sadece ve aslında bu bile bir görev değil. Neticede bu hayvan da sıçıyor.
Bir öğrenci evinde, arada bir yemek pişirerek, odanızı tüm varlığınızı severek, "bayadır da bira-fıstık seansı yapmadık," diye düşündüğünüz bir iki insan da var: Yaşayıp gidiyorsunuz.
Vivaldi'nin Yaz şarkısında hissedemiyorsunuz yaz mevsimini!!
Aslında sorun da bu belki.
Gidesiniz var. Uzun zamandır var. Bu defa, gerçekten nereye gidilebilir, gidince ne iş yapılabilir, gitmezseniz ne yapacaksınız diye ciddi ciddi düşünüyorsunuz.
Canım sevgilim ve canım arkadaşlarım: Ev ve diğerleri. Canım ablacım, canım annecim. Canım bisürü kişi, yer, adam. Canım Elif.
Gideceksin de ne olacak?
Kalacaksın da ne olacak?
Silkin ve kendine gelcilik... Adamsendecilik filan.
Serde bizbizelik hali var.
Serde yitip gidenler var... Gitseler de sikimde olmayanlar. Gitseler de çok da öyle sikimde olmayacaklar da var. Gitseler ciddi üzülebileceklerim, üzüleceklerim var.
Ah canım Elif.
Sussana artık.
20120305
bok.
Dün ev arkadaşlarımla uzun uzun konuştum. Ara ara can sıkıcı, sınırları zorlayıcı, düşünmeden konuşan zevzek bi insana dönüştüğümü ve rahatsız olmalarına sebep olduğum çeşitli tavırlarımı anlattılar. Konuşmadan evvel, espri yapmadan evvel iki kere düşün, dediler. Yapmamandan rahatsız olduğumuz şeyleri yaptığında da gözümüze sokmaktan vazgeç, dediler. Bu evin bir bireyiysen, her seferinde sevgilin gelir gelmez odana çekilme, katıl bize, dediler. Haklıydılar pek çok konuda.
"Yanlış" bir şeyi ya yapma ya da yaptıktan sonra af dileme, dediler.. Bir taraftan da, benim yanlış bulduğum bir şeyin tümüyle yanlış olamayacağını bildiğim için, daha genel bir bakış açısıyla eleştirdiğimi bil, dedi biri.
Pek çok şey yaşamış bir zavallı gibi görünmeyi seviyorum galiba. Yaşamadım pek çok şey... Kendi duyusal ve duygusal dünyamın alabileceği bir iki zırvayı soktum hayatıma, sonra da hep aynı şeyleri uygulayarak profesyonelleştim. İki üç kazık yemedim, iki üç kazık attım kendime. Ben de kazık attım birilerine elbet.
Çok sabit ve standart, elim ve vahim olmaktan çok uzak olmayan bir iki kavrama tutundum. Kolayı seçerek acıya sığındım. Eski depresif günlerimdeki şarkıların ağırlığı altında eziliyorum şimdi. Eski facebook hesabımı açayım, dedim; paylaştıklarımı ve fotoğraflarımı gördüğümde ruhum daraldı.
Bilmediğim şeyler var. Bildiğim şeyler de var. Öne çıkmayı sevmiyorum. Arkada, sessiz sedasız oturayım, kimseyi rahatsız etmeyeyim kalabalıktan, diyorum. Sonra biraz rahat olayım, derken gene çıkamıyorum kendi bedenimden, rahatlayamıyorum ve üstüne rahatsız ediyorum..
Kendimi sevmeye başladım ama. Ne ilginç. Bu aralar bir şeyleri daha kolay anlayabildiğime, anlamaya başladığıma olan inancım hayli yüksek hatta.. Sanki artık "anlamaya başladım" ve huzurlu bir tapınak inşa ediyorum kendime.
Haspam...
İnandıklarım doğru mu, değil mi bilmiyorum. İçimde bi huzursuzluk var. Çok ertelemeden sonlandırmayı düşündüklerim var. Çok ötelemeden yanına gidesim var birilerinin. İçki içerek kahkaha atasım, müthiş bir dünyada huzurun allahını yaşayasım yok ama. Çekip gidesim de yok pek... Kalıp savaşasım da yok.
Şu soruları sormaktan yoruldum kendime.
Hala kendime dönük antenlerim. İçimde şifreli kanallar dönüyor, bir sürü artı üç yaş oyunların oynandığı diziler var. Dışarda ise pek çok net, kolayca anlaşılabilir senaryonun döndüğü kaliteli filmler ve belgeseller var... Israrla çizgifilm izleyip, o çizgifilmin finalinde nasıl hissettiğimi sorguluyorum ve çoklukla hüzün basıyor, arada bir ağlıyorum.
Bir iki çocuğun dünyasını yıkan cadılar sonradan zarar görüyor. Ben ne çocuklar olabiliyorum ne cadılar. Ne şeytani bir varlığım ne melek gibi bi şeyim. Ne olduğumu araya araya ne olmak istediğimi fark ettim. Olmak istediklerimde neden ikinci ve üçüncü tekiller ve çoğullar yok? Şu aralar düşlerimde kimsecikler yok.
Ama gene basit işte, her şey basit. Allah kahretsin. Basitliğinden kırılıyor bir sürü şey.
Yapımcı senarist oyuncu oyun.
Hiçbi bok yok içimde.
Dışımda da temiz, çamaşır suyu kokulu alaturka bir tuvalet var. Gidip pis pis sıçıyorum üstüne.
"Yanlış" bir şeyi ya yapma ya da yaptıktan sonra af dileme, dediler.. Bir taraftan da, benim yanlış bulduğum bir şeyin tümüyle yanlış olamayacağını bildiğim için, daha genel bir bakış açısıyla eleştirdiğimi bil, dedi biri.
Pek çok şey yaşamış bir zavallı gibi görünmeyi seviyorum galiba. Yaşamadım pek çok şey... Kendi duyusal ve duygusal dünyamın alabileceği bir iki zırvayı soktum hayatıma, sonra da hep aynı şeyleri uygulayarak profesyonelleştim. İki üç kazık yemedim, iki üç kazık attım kendime. Ben de kazık attım birilerine elbet.
Çok sabit ve standart, elim ve vahim olmaktan çok uzak olmayan bir iki kavrama tutundum. Kolayı seçerek acıya sığındım. Eski depresif günlerimdeki şarkıların ağırlığı altında eziliyorum şimdi. Eski facebook hesabımı açayım, dedim; paylaştıklarımı ve fotoğraflarımı gördüğümde ruhum daraldı.
Bilmediğim şeyler var. Bildiğim şeyler de var. Öne çıkmayı sevmiyorum. Arkada, sessiz sedasız oturayım, kimseyi rahatsız etmeyeyim kalabalıktan, diyorum. Sonra biraz rahat olayım, derken gene çıkamıyorum kendi bedenimden, rahatlayamıyorum ve üstüne rahatsız ediyorum..
Kendimi sevmeye başladım ama. Ne ilginç. Bu aralar bir şeyleri daha kolay anlayabildiğime, anlamaya başladığıma olan inancım hayli yüksek hatta.. Sanki artık "anlamaya başladım" ve huzurlu bir tapınak inşa ediyorum kendime.
Haspam...
İnandıklarım doğru mu, değil mi bilmiyorum. İçimde bi huzursuzluk var. Çok ertelemeden sonlandırmayı düşündüklerim var. Çok ötelemeden yanına gidesim var birilerinin. İçki içerek kahkaha atasım, müthiş bir dünyada huzurun allahını yaşayasım yok ama. Çekip gidesim de yok pek... Kalıp savaşasım da yok.
Şu soruları sormaktan yoruldum kendime.
Hala kendime dönük antenlerim. İçimde şifreli kanallar dönüyor, bir sürü artı üç yaş oyunların oynandığı diziler var. Dışarda ise pek çok net, kolayca anlaşılabilir senaryonun döndüğü kaliteli filmler ve belgeseller var... Israrla çizgifilm izleyip, o çizgifilmin finalinde nasıl hissettiğimi sorguluyorum ve çoklukla hüzün basıyor, arada bir ağlıyorum.
Bir iki çocuğun dünyasını yıkan cadılar sonradan zarar görüyor. Ben ne çocuklar olabiliyorum ne cadılar. Ne şeytani bir varlığım ne melek gibi bi şeyim. Ne olduğumu araya araya ne olmak istediğimi fark ettim. Olmak istediklerimde neden ikinci ve üçüncü tekiller ve çoğullar yok? Şu aralar düşlerimde kimsecikler yok.
Ama gene basit işte, her şey basit. Allah kahretsin. Basitliğinden kırılıyor bir sürü şey.
Yapımcı senarist oyuncu oyun.
Hiçbi bok yok içimde.
Dışımda da temiz, çamaşır suyu kokulu alaturka bir tuvalet var. Gidip pis pis sıçıyorum üstüne.
20120303
20120223
salak bir mahmut tanıdık
Bir yere gönderdiler sizi bir gece. Apar topar toplanıp terk etmediniz yurdunuzu; uzun sürdü toplanmanız, gideceğinizi anladığınız ilk dakika çok uzaktı o valizle arkadaşlık zamanınıza.
Giderken aklınızda olmayan pek çok şey vardı; ama aklınızda da binlerce şey götürüyordunuz oraya. Mesela çok acılıydınız, çok tatlıydı anılar ve çok tatlıydı geçirdiğiniz akşamlar. Düşlerinizin paramparçalığına acıyordunuz ama en çok kendinize, kendi halinize. Gitmeyi tercih edebilme lüksünden ve hatta zekasından yoksun bıraktığınız kendinizi, birilerinin sizi göndermesine mahkum ve mecbur etmiştiniz çünkü.
Gerçek bir zavallı idiniz o gece.
Düşündükçe hala gülerim size... Acı içinde.
Pek çok gecenin ardından alıştığınız yabancı bünyenize birilerini de yakıştırabilme yetisi edindiniz. İnsanoğlu, hep uyum gösterebilme yeteneğiyle donatmıştır kendisini. ASIRLAR.
Bünyeler ve künyeler :)
O gece gönderildiğiniz, "yollandığınız" yere gittiğiniz ve geri dönmek için kimsenin ayağına kapanmadığınız için şimdi düz mantık sahibi bazı insanlar sizi "yollu" sanıyor olabilirler.
Her kadın yerilmeyi, yargılanmayı, namussuz damgası yemeyi tadacaktır.Her canlı yakınlarınca birkaç kez öldürülecektir. Evet bebeyim.
Unutmak istediklerinizi kıçınıza sokabilirsiniz. Kafanıza bir poşet geçirip boğulmaktan yeğdir.
Giderken aklınızda olmayan pek çok şey vardı; ama aklınızda da binlerce şey götürüyordunuz oraya. Mesela çok acılıydınız, çok tatlıydı anılar ve çok tatlıydı geçirdiğiniz akşamlar. Düşlerinizin paramparçalığına acıyordunuz ama en çok kendinize, kendi halinize. Gitmeyi tercih edebilme lüksünden ve hatta zekasından yoksun bıraktığınız kendinizi, birilerinin sizi göndermesine mahkum ve mecbur etmiştiniz çünkü.
Gerçek bir zavallı idiniz o gece.
Düşündükçe hala gülerim size... Acı içinde.
Pek çok gecenin ardından alıştığınız yabancı bünyenize birilerini de yakıştırabilme yetisi edindiniz. İnsanoğlu, hep uyum gösterebilme yeteneğiyle donatmıştır kendisini. ASIRLAR.
Bünyeler ve künyeler :)
O gece gönderildiğiniz, "yollandığınız" yere gittiğiniz ve geri dönmek için kimsenin ayağına kapanmadığınız için şimdi düz mantık sahibi bazı insanlar sizi "yollu" sanıyor olabilirler.
Her kadın yerilmeyi, yargılanmayı, namussuz damgası yemeyi tadacaktır.Her canlı yakınlarınca birkaç kez öldürülecektir. Evet bebeyim.
Unutmak istediklerinizi kıçınıza sokabilirsiniz. Kafanıza bir poşet geçirip boğulmaktan yeğdir.
20120110
infinite face
Çok geride bıraktığımız çok yeni geçmiş hallerine bağlanıyorum tüm kalbimle.
İlginçtir, gelirken de giderken de çok bir şey değişmeyen insanlardan çok var dışarda. Pek çok insanın neden yaşadığını anlamakta güçlük çekiyor insan.
Çok geride bıraktığım bir inançsızlık haline tüm kalbimle inanıyor gibiyim bu aralar. Çok iyi değil aramız.
Çok güzel satırlar ve çok güzel cümleler var hayatta. Çok güzel adamlar var.
Anlayabiliyorlar arada bir.
Bir iki kez sıyırıp geçen omuzlar etkilemiyor bir insanı sevmek fikrini. Denk gelmiştir ve görüşmüşsünüzdür; ama sen görüşmezden evvel ve görüştükten çok sonra da seversin o insanları.
Böylesi zor çıkar insanın karşısına.
Düşünecek zamanım olduğu anda, giderim.
Gitmeler hep bir düşünce kadar uzaktır bana.
Ve ben ne zaman gitsem
Bir daha hiç düşünmemecesine gitmek hayalini kurarım.
Ve ne zaman düşünsem ben,
Yola çıkarım düşünmeden.
Bir daha düşünmemek kararları aldığım milyonlarca yolculukta
Çok ve ısrarla düşünmüş olduğum hep bir iki insan vardır
Bir iki adam.
Bir daha hiç düşünmem de gerçekten.
Başka bir iki insan gelmiştir düşünülecek.
"We come and we go"
http://www.youtube.com/watch?v=crU12sgcrfU
İlginçtir, gelirken de giderken de çok bir şey değişmeyen insanlardan çok var dışarda. Pek çok insanın neden yaşadığını anlamakta güçlük çekiyor insan.
Çok geride bıraktığım bir inançsızlık haline tüm kalbimle inanıyor gibiyim bu aralar. Çok iyi değil aramız.
Çok güzel satırlar ve çok güzel cümleler var hayatta. Çok güzel adamlar var.
Anlayabiliyorlar arada bir.
Bir iki kez sıyırıp geçen omuzlar etkilemiyor bir insanı sevmek fikrini. Denk gelmiştir ve görüşmüşsünüzdür; ama sen görüşmezden evvel ve görüştükten çok sonra da seversin o insanları.
Böylesi zor çıkar insanın karşısına.
Düşünecek zamanım olduğu anda, giderim.
Gitmeler hep bir düşünce kadar uzaktır bana.
Ve ben ne zaman gitsem
Bir daha hiç düşünmemecesine gitmek hayalini kurarım.
Ve ne zaman düşünsem ben,
Yola çıkarım düşünmeden.
Bir daha düşünmemek kararları aldığım milyonlarca yolculukta
Çok ve ısrarla düşünmüş olduğum hep bir iki insan vardır
Bir iki adam.
Bir daha hiç düşünmem de gerçekten.
Başka bir iki insan gelmiştir düşünülecek.
"We come and we go"
http://www.youtube.com/watch?v=crU12sgcrfU
Israrla ağırlaşmayan göz kapaklarımı ve ısrarla genişleyen midemi de, her seferinde ponzaya mahkum edilmiş çirkin ayaklarımı da, daima soğuk ucuyla hayatımın tam ortasında kendine yer bulmuş burnumu da, bakımdan yoksun ama yaratıcılığa meyilli ellerimi de, düz kirpikli miyop gözlerimi de, on üç deliğiyle övündüğüm kulaklarımı da-çünkü duyuyorlar- sevmek istiyorum bir anda. Belki sadece şimdi,"sadece çizgi dünyalarda vardır böyle aşklar" diye mırıldanan maço söylemlerine inanacak kadar duygulanmak istiyorum. Tek bir dakika için, hayatımda duyduğum en güzel şiirleri bir deftere yazmak istiyorum ve o defteri başucuma koymak.
Beraberlikler bencildir, bireyin kendisiyle beraberliği en acı verici ilişkiye dönebilir. Acıtan tüm anılarla kadeh tokuşturmak istiyorum şimdi.
Mavi Kuş ile Küçük Kız ânına dönmek istiyorum; o anda ben bu şarkıda çaktırmadan ağlamıştım; neden ağladığımı anlamamıştım. Şimdi anlıyorum. Anlamak istiyorum belki. Çünkü çok hüzünlüydüm. Çok ağır gelecek bir vedaya birkaç saat uzaktım. Çok içmeli anıları terk etmek zorunluluğuna çok da yakındım. Şarkının içeriğindeki hüzünlü duygusal söylemlerin çok farklı bir halini tüm hücrelerimde hissetmiştim o anda çünkü.
Sahtekarlıklarımı da seviyorum.
Dürüstlüklerimi de.
Beraberlikler bencildir, bireyin kendisiyle beraberliği en acı verici ilişkiye dönebilir. Acıtan tüm anılarla kadeh tokuşturmak istiyorum şimdi.
Mavi Kuş ile Küçük Kız ânına dönmek istiyorum; o anda ben bu şarkıda çaktırmadan ağlamıştım; neden ağladığımı anlamamıştım. Şimdi anlıyorum. Anlamak istiyorum belki. Çünkü çok hüzünlüydüm. Çok ağır gelecek bir vedaya birkaç saat uzaktım. Çok içmeli anıları terk etmek zorunluluğuna çok da yakındım. Şarkının içeriğindeki hüzünlü duygusal söylemlerin çok farklı bir halini tüm hücrelerimde hissetmiştim o anda çünkü.
Sahtekarlıklarımı da seviyorum.
Dürüstlüklerimi de.
20120101
Mad Men - Rivers of Babylon (excellent)
Çünkü Can'la benim ortak sevdiğimiz çok az şarkıdan biri.
Çok az.
Lune- Bruno Pelletier
Belli bir oranda kendisini kısıtlamayı, kapatmayı, hedeflerine yoğunlaşmayı, zorlamayı "öğrenmiş" kadınların, geçmişlerinden getirdikleri büyük üzüntüleri ve ciddi oranda gözyaşı, istemsizce yaratılmış bir özgüvensizlik hali çok tanıdık.
Hepimizin üzüldüğünden biraz daha fazla üzülen kadınlar tanıdım. Ortalamanın çok üzerinde insanlardı. Asla işi ve gücü ve giyimi ve eşine göre değerlendirmedim insanları; bahsi geçen orta-üstü halleri kişilik özelliklerindendi. Bu kadınlar kaybederek öğrenmişti kazanmayı. Kazanabilmek için çok ağır kayıplar vermişlerdi ve en büyük kayıp o dönemki kendilikleriydi. Kendisini hedef alan bir silahlanma yarışı: Asla dehşet dengesi kurulamıyor, her daim dehşette olma hali var hatta. Bir sürü üzüntü biriktirmişlerdi, bir sürü. Sonra, şu anki hallerini inşa etmek için gene bir sürü anıyla boğuşmuşlar ve kendi kendilerini zorlamışlardı. Çok zor olan pek çok şeyden çıktığınızda, en kolay şeyler de çok çok zor olmaya başlar. Hep dürüst davranan bir insan için ilk yalan çok zordur. Hep yalan söyleyen biri için sonradan dürüst davranmak daha da zor olur. Bu yüzden alışkanlıklarımıza köleleşiyoruz. Bu yüzden biz, bazen, alışkanlıklarımızdan ibaretleşebiliyoruz. Ve bizim zavallılığımız burada başlıyor: Kendi kendisini köleleştiren bir özgürlük kavramına zincirliyoruz kendimizi, sonra o zincirlerden kurtulamıyoruz ve zaten inandığımız özgürlüğün var olamazlığını algılıyoruz. Bu noktadan sonra "özgürlük yoktur" diyen birkaç ruhsuz kadın olarak dolaşmaya başlıyoruz ortada. Sonra bize, ruhumuzu geri verecek bir aşk yaşıyoruz. Ama o aşkı sevebilmek için en başta, özgürlüğe yeniden inanmamız gerekiyor.
Özgürlük var.
Özgürlük yoktur dediğimizde, özgürlük vardı.
Biz, özgürlüğün yokluğu düşüncesinde özgürdük.
..
Vicdan, uydurma bir kavramdır. Hepimiz, bir şeyler yaparız, sonrasında pişman olunacak şeyler de yaparız. Ama, sonrasında pişman olmamayı tercih edebilmek özgürlüğümüz vardır. Çok adice şeyler yapmış birisi, kendisini adi biri olarak değerlendirerek günbegün zehirleyebilir bünyesini. Ya da, vazgeçer ve devam eder her şeye.
Dürüstlüğümle bilinen biriyim çevremde.. İsmimin anlamı da "doğru, düz.." Arapça'nın düz çizgisi, alfabesinin ilk harfi. Dümdüz bir çizgi. Doğru. Ama ben, dürüst değerlendirmesinin kime ve neye göre yapıldığını bilmiyorum. Herkes yalan söylemiyor mu?
Yalanı normalleştirmek çabasında değilim. Ama, yaptığımız her şey o an için önemli. "Yaşadığın her şeyi o an ile değerlendir." Çünkü, bir daha o anki sen olamayabiliyorsun ve bir başlarsan, çok yorulursun.
---
Daha insancıl olmaya gerek yok. Daha dürüst olmaya gerek yok. Alışkanlıkların da kökten değişmesi gerekmiyor, yön değiştirmesi yeterli. Acı dolu geçmişler kimliğimiz haline gelemiyor, izin veremiyoruz. Kendini zorlamayı, kısıtlamayı öğrenmiş kadınlar izin veremiyorlar.
Gelecek hayallerine başka tekilleri dahil edemeyen, hatta kendisini bile geleceğine yerleştiremeyen, bazı konularda özgüvenini yitirmiş, uzunca bir süre kimseye teslim etmiş hissedememiş, genelleşmiş fikirleri olan ve mutluluğu arayan kadınlar tanıdım. Yorgunlar. Çünkü, bazıları için çok kolay olan her şey, onların çok büyük çabalarla ve zorlukla elde ettiği şeyler.
Bir kadının hissel yoğunluğuna erişen erkek azınlığı, benim gözümde, kim ne derse desin, özel.
Ama, denge için, daha az yoğun erkekle olmak gerek..
Yoğunluğunu yitiremiyor çünkü erkekler. Erkek neyse, odur bize göre. Biz, kadınlar, bu tevazuyu kendimize göstermekte çok zorlanıyoruz.
----
Bazen çocukluğumuzdan kalma korkularımız hükmeder gecemize. Bazen geleceğe dair sıkıntılı ihtimaller içine eder uykumuzun. Yediğimiz içtiğimiz, uyuduğumuz, dokunduğumuz, hatta baktığımız her şeye bulaşır hissettiğimiz.
Anladığım bir şey var, gerçekten acı dolu bir dünyada yaşıyoruz.
Koca koca acıların arasında, minicik mutluluklar yaratmaya çabalarken nefes alacak zamanımız olmuyor. Kaçmak iyi bir şey esasen. Nereye kaçtığın önemli değil hatta.
Kaçacağım birgün. İletişimsizce. Sessizce. Kime haber vereyim ve neden? Neden?
(Birgün kararlarım ulusal politikaları etkileyecek kadar önemli biri olursam, çizgi filmleri yayından kaldıracağım).
Hepimizin üzüldüğünden biraz daha fazla üzülen kadınlar tanıdım. Ortalamanın çok üzerinde insanlardı. Asla işi ve gücü ve giyimi ve eşine göre değerlendirmedim insanları; bahsi geçen orta-üstü halleri kişilik özelliklerindendi. Bu kadınlar kaybederek öğrenmişti kazanmayı. Kazanabilmek için çok ağır kayıplar vermişlerdi ve en büyük kayıp o dönemki kendilikleriydi. Kendisini hedef alan bir silahlanma yarışı: Asla dehşet dengesi kurulamıyor, her daim dehşette olma hali var hatta. Bir sürü üzüntü biriktirmişlerdi, bir sürü. Sonra, şu anki hallerini inşa etmek için gene bir sürü anıyla boğuşmuşlar ve kendi kendilerini zorlamışlardı. Çok zor olan pek çok şeyden çıktığınızda, en kolay şeyler de çok çok zor olmaya başlar. Hep dürüst davranan bir insan için ilk yalan çok zordur. Hep yalan söyleyen biri için sonradan dürüst davranmak daha da zor olur. Bu yüzden alışkanlıklarımıza köleleşiyoruz. Bu yüzden biz, bazen, alışkanlıklarımızdan ibaretleşebiliyoruz. Ve bizim zavallılığımız burada başlıyor: Kendi kendisini köleleştiren bir özgürlük kavramına zincirliyoruz kendimizi, sonra o zincirlerden kurtulamıyoruz ve zaten inandığımız özgürlüğün var olamazlığını algılıyoruz. Bu noktadan sonra "özgürlük yoktur" diyen birkaç ruhsuz kadın olarak dolaşmaya başlıyoruz ortada. Sonra bize, ruhumuzu geri verecek bir aşk yaşıyoruz. Ama o aşkı sevebilmek için en başta, özgürlüğe yeniden inanmamız gerekiyor.
Özgürlük var.
Özgürlük yoktur dediğimizde, özgürlük vardı.
Biz, özgürlüğün yokluğu düşüncesinde özgürdük.
..
Vicdan, uydurma bir kavramdır. Hepimiz, bir şeyler yaparız, sonrasında pişman olunacak şeyler de yaparız. Ama, sonrasında pişman olmamayı tercih edebilmek özgürlüğümüz vardır. Çok adice şeyler yapmış birisi, kendisini adi biri olarak değerlendirerek günbegün zehirleyebilir bünyesini. Ya da, vazgeçer ve devam eder her şeye.
Dürüstlüğümle bilinen biriyim çevremde.. İsmimin anlamı da "doğru, düz.." Arapça'nın düz çizgisi, alfabesinin ilk harfi. Dümdüz bir çizgi. Doğru. Ama ben, dürüst değerlendirmesinin kime ve neye göre yapıldığını bilmiyorum. Herkes yalan söylemiyor mu?
Yalanı normalleştirmek çabasında değilim. Ama, yaptığımız her şey o an için önemli. "Yaşadığın her şeyi o an ile değerlendir." Çünkü, bir daha o anki sen olamayabiliyorsun ve bir başlarsan, çok yorulursun.
---
Daha insancıl olmaya gerek yok. Daha dürüst olmaya gerek yok. Alışkanlıkların da kökten değişmesi gerekmiyor, yön değiştirmesi yeterli. Acı dolu geçmişler kimliğimiz haline gelemiyor, izin veremiyoruz. Kendini zorlamayı, kısıtlamayı öğrenmiş kadınlar izin veremiyorlar.
Gelecek hayallerine başka tekilleri dahil edemeyen, hatta kendisini bile geleceğine yerleştiremeyen, bazı konularda özgüvenini yitirmiş, uzunca bir süre kimseye teslim etmiş hissedememiş, genelleşmiş fikirleri olan ve mutluluğu arayan kadınlar tanıdım. Yorgunlar. Çünkü, bazıları için çok kolay olan her şey, onların çok büyük çabalarla ve zorlukla elde ettiği şeyler.
Bir kadının hissel yoğunluğuna erişen erkek azınlığı, benim gözümde, kim ne derse desin, özel.
Ama, denge için, daha az yoğun erkekle olmak gerek..
Yoğunluğunu yitiremiyor çünkü erkekler. Erkek neyse, odur bize göre. Biz, kadınlar, bu tevazuyu kendimize göstermekte çok zorlanıyoruz.
----
Bazen çocukluğumuzdan kalma korkularımız hükmeder gecemize. Bazen geleceğe dair sıkıntılı ihtimaller içine eder uykumuzun. Yediğimiz içtiğimiz, uyuduğumuz, dokunduğumuz, hatta baktığımız her şeye bulaşır hissettiğimiz.
Anladığım bir şey var, gerçekten acı dolu bir dünyada yaşıyoruz.
Koca koca acıların arasında, minicik mutluluklar yaratmaya çabalarken nefes alacak zamanımız olmuyor. Kaçmak iyi bir şey esasen. Nereye kaçtığın önemli değil hatta.
Kaçacağım birgün. İletişimsizce. Sessizce. Kime haber vereyim ve neden? Neden?
(Birgün kararlarım ulusal politikaları etkileyecek kadar önemli biri olursam, çizgi filmleri yayından kaldıracağım).
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)