Dün ev arkadaşlarımla uzun uzun konuştum. Ara ara can sıkıcı, sınırları zorlayıcı, düşünmeden konuşan zevzek bi insana dönüştüğümü ve rahatsız olmalarına sebep olduğum çeşitli tavırlarımı anlattılar. Konuşmadan evvel, espri yapmadan evvel iki kere düşün, dediler. Yapmamandan rahatsız olduğumuz şeyleri yaptığında da gözümüze sokmaktan vazgeç, dediler. Bu evin bir bireyiysen, her seferinde sevgilin gelir gelmez odana çekilme, katıl bize, dediler. Haklıydılar pek çok konuda.
"Yanlış" bir şeyi ya yapma ya da yaptıktan sonra af dileme, dediler.. Bir taraftan da, benim yanlış bulduğum bir şeyin tümüyle yanlış olamayacağını bildiğim için, daha genel bir bakış açısıyla eleştirdiğimi bil, dedi biri.
Pek çok şey yaşamış bir zavallı gibi görünmeyi seviyorum galiba. Yaşamadım pek çok şey... Kendi duyusal ve duygusal dünyamın alabileceği bir iki zırvayı soktum hayatıma, sonra da hep aynı şeyleri uygulayarak profesyonelleştim. İki üç kazık yemedim, iki üç kazık attım kendime. Ben de kazık attım birilerine elbet.
Çok sabit ve standart, elim ve vahim olmaktan çok uzak olmayan bir iki kavrama tutundum. Kolayı seçerek acıya sığındım. Eski depresif günlerimdeki şarkıların ağırlığı altında eziliyorum şimdi. Eski facebook hesabımı açayım, dedim; paylaştıklarımı ve fotoğraflarımı gördüğümde ruhum daraldı.
Bilmediğim şeyler var. Bildiğim şeyler de var. Öne çıkmayı sevmiyorum. Arkada, sessiz sedasız oturayım, kimseyi rahatsız etmeyeyim kalabalıktan, diyorum. Sonra biraz rahat olayım, derken gene çıkamıyorum kendi bedenimden, rahatlayamıyorum ve üstüne rahatsız ediyorum..
Kendimi sevmeye başladım ama. Ne ilginç. Bu aralar bir şeyleri daha kolay anlayabildiğime, anlamaya başladığıma olan inancım hayli yüksek hatta.. Sanki artık "anlamaya başladım" ve huzurlu bir tapınak inşa ediyorum kendime.
Haspam...
İnandıklarım doğru mu, değil mi bilmiyorum. İçimde bi huzursuzluk var. Çok ertelemeden sonlandırmayı düşündüklerim var. Çok ötelemeden yanına gidesim var birilerinin. İçki içerek kahkaha atasım, müthiş bir dünyada huzurun allahını yaşayasım yok ama. Çekip gidesim de yok pek... Kalıp savaşasım da yok.
Şu soruları sormaktan yoruldum kendime.
Hala kendime dönük antenlerim. İçimde şifreli kanallar dönüyor, bir sürü artı üç yaş oyunların oynandığı diziler var. Dışarda ise pek çok net, kolayca anlaşılabilir senaryonun döndüğü kaliteli filmler ve belgeseller var... Israrla çizgifilm izleyip, o çizgifilmin finalinde nasıl hissettiğimi sorguluyorum ve çoklukla hüzün basıyor, arada bir ağlıyorum.
Bir iki çocuğun dünyasını yıkan cadılar sonradan zarar görüyor. Ben ne çocuklar olabiliyorum ne cadılar. Ne şeytani bir varlığım ne melek gibi bi şeyim. Ne olduğumu araya araya ne olmak istediğimi fark ettim. Olmak istediklerimde neden ikinci ve üçüncü tekiller ve çoğullar yok? Şu aralar düşlerimde kimsecikler yok.
Ama gene basit işte, her şey basit. Allah kahretsin. Basitliğinden kırılıyor bir sürü şey.
Yapımcı senarist oyuncu oyun.
Hiçbi bok yok içimde.
Dışımda da temiz, çamaşır suyu kokulu alaturka bir tuvalet var. Gidip pis pis sıçıyorum üstüne.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder