Düşünmekle son bulmayacak kadar saçma bir kaostasınız. Düşüncenin gerçekliğine, yalın ve somut bir ŞEY olduğuna inanmıyorsunuz. İnancınızın da bir ayağı kırık, bir gözü kör filan... Öyle saçma sapan bir durum kısaca. Bir yakınınızdan daha çok seviyorsunuz dinlediğiniz şarkıyı, düşlediğiniz mekanı, düşündüğünüz yabancıyı: Aramakta olduğunuz, yaklaşmasını dilediğiniz biri var bir yerlerde.. Aynı anda biri de var hemen başucunuzda, saçınızı okşayarak sizi sımsıkı seviyor: "Çok seviyorum," diyor ve şaşırmadığınızı biliyor: Ben de seni.
Bir iki sizli bizli itiraftan sonra aslında aradığınızın ne olduğunu sorgulamaya başlıyorsunuz. Aramakla bulunacak mı ki?
(Seda'ya da ulaşamıyorum çok zaman oldu gerçekten. Bir sade kahve içerek ve film izleyerek yaşayabileceğim bir odası var.)
Halinizden de hoşnutsunuz-konuyu dağıtmayalım-. Bir kediniz var ama siz bakmak zorunda değilsiniz: Sevmeniz lazım sadece ve aslında bu bile bir görev değil. Neticede bu hayvan da sıçıyor.
Bir öğrenci evinde, arada bir yemek pişirerek, odanızı tüm varlığınızı severek, "bayadır da bira-fıstık seansı yapmadık," diye düşündüğünüz bir iki insan da var: Yaşayıp gidiyorsunuz.
Vivaldi'nin Yaz şarkısında hissedemiyorsunuz yaz mevsimini!!
Aslında sorun da bu belki.
Gidesiniz var. Uzun zamandır var. Bu defa, gerçekten nereye gidilebilir, gidince ne iş yapılabilir, gitmezseniz ne yapacaksınız diye ciddi ciddi düşünüyorsunuz.
Canım sevgilim ve canım arkadaşlarım: Ev ve diğerleri. Canım ablacım, canım annecim. Canım bisürü kişi, yer, adam. Canım Elif.
Gideceksin de ne olacak?
Kalacaksın da ne olacak?
Silkin ve kendine gelcilik... Adamsendecilik filan.
Serde bizbizelik hali var.
Serde yitip gidenler var... Gitseler de sikimde olmayanlar. Gitseler de çok da öyle sikimde olmayacaklar da var. Gitseler ciddi üzülebileceklerim, üzüleceklerim var.
Ah canım Elif.
Sussana artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder