20101130

ümit.

Aslolan doğruları unutmak değil, birlikte doğruyu bulmaya çalışabilmekti. Doğruya erişebilecek kadar şanslı olanları hayatına buyur edebilmekti. Birlikte gururlanabilmekti cümlelerden, susturmamaktı. Aslolan doğrulara sırt çevirmek değildi; ortak doğrular belirleyebilmekti.

Birgün mutlaka.

20101129

rather than love, than money, than faith, than fame, than fairness, give me truth

değil.

"Güç"

uzak durmakta mı
yaklaşmakta mı mümkün?

hiç düşmemek için
yürümemek ve yola çıkmamak mı
yalnız başına yürümek mi

kişi
en büyük farkındalıkları
kendisi keşfederken
hep mi acı çekmeli?

veya
acı vermekle mi anlam kazanıyor bedenler.

Ötesi yok sanılan her şeyin ötesini
görebilme gücümüz olsaydı
yaşamamayı mı seçerdik
daha mı mutlu olurduk?

İnsan denilen
bir uzuv bir delik
cinsiyetten bağımsız insan
yok mu?

Bağlayarak ya da
bağlanarak
Ama hep birileriyle
bir şeylerle
böyle mi yaşanmalı hayat
kendini mutlu edecek
oyalayacak şeyler bularak

sahte sevgiler ve gereksiz bağlılıklarla

yalnızlığı kendi kendime seçmek için
illa birilerinin bunu onaylaması mı lazım

"Güç"
Mümkün mü?

Devam edebilme gücü...

Değil.
Bugün kapattım kapıları üstüme, kilitledim içerden de iletişimden saldım sandım kendimi, dışardakileri bıçakla kesmiş gibi. Ağzımda bir iki lokmayı sağa sola ittirdim, yutkundum ve evdeki yokluk seviyesinin yoğunluğunu evdeki kahvenin tükenmiş olmasından dehşetle gördüm.

Canlar yakmaya alışkınım, galiba sistem kalbinin kırılması ya da kalp kırmak şeklinde işliyor. Fazlasıyla basite kaçan bu düşünce, benim kendimden nefret etmeme zerre engel olamıyor.. Ayaküstü birilerinin kabusu, birilerinin de ara bozucusu oldum. İyi niyetliydim de diyemem, art niyetten ibaretim onu anladım. Beni dengeleyebilen bir tek insan vardı o da gitti ya, şimdi aldım tefi elime, salla babam salla...

Çok iyi sanıyorlar beni, "sen çok iyi bir insansın". Cihan bile hala "sen meleksin" diyor bana.. Evet ucuz bir benzetme olacak ama şeytan da bir melektir.

Sabit bir insan olmadığımı anladım da, sabit olmamak için kendi kendimi zorlamak nedir onu bilmiyorum. Düşünceler ve hayati kararlarla kendi kendime güç katamayacak olduğumu bilmeme rağmen, kendimi olduğum insan olarak sevemeyişimin sebebi ne? Sanki varlığım, hayatımı zorlaştırmaktan başka bir amaç gütmüyor. Sanki yokluk daha bir tercih sebebi gibi...

Güç kalmadı sanki enerjim yok, tadım tuzum yok, isteğim arzum yok hiçbir şeye. Şimdi emin olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, salt olumsuza yakınsayan hislere bürünmüş bir benlikten başka bir şey değilim.

Mutlu olmayı becerebilecek miyim bilmiyorum, ama zerre inancım varsa namerdim..

20101127

persona

"Saklandığın yerde kalamazsın. Hayat her şeyin içine sızar."

20101123

gider.

Zaman tersten akar.

Sonra birisi gelir der ki:

"Gençlik böyle bir şey."

Ve biri avutur:

"Gençsin daha, bulursun yeni birini."

Ve sonra bir başkası der ki:

"Sen, büyüyünce ne olacaksın?"

Ve sonra ötekine döner bakarsınız, o susar,

Konuşmasını istediğiniz tek kişi, hep susar.

Siz de, susmayı öğrenirsiniz zamanla. Yaşamanın, sevmenin, istemenin ve istenmenin tek yolunun bu, mutluluğun salt bununla mümkün olduğunu sanırsınız. Tüm sesinizi sıfırlamışsınızdır, salt görüntü dönmektedir ekranda, birilerinin gıpta edebileceği görüntüler, bakışlar, sarılmalar. El ele yürüyüşler. Ama baş hep eğik. Sesi hep kısık.

Öyle bir çarpıverir eliniz kumandaya, sesi açarsınız yanlışlıkla. Görüntüler azalır ses yükseldikçe. Bir siluet kalmıştır ama hala dönüyordur, ses bozuk bir kaset gibi, çizilmiş bir cd gibi boğuklaşmaya başlamıştır. Bir de görüntünün en durulaştığı anlarda, görüntülerin çok dışında sözcükler son sesle haykırılmaktadır fonda. Fonda kalamaz, taşar görüntüyü aşar, ekranı aşar yerlere dökülür, ıslanırsınız çok ıslanırsınız. Ve üşümüşsünüzdür zaten elleriniz avuçlarınız buz gibidir ve asla eksik kalmayacak burun ucunuz ve gözleriniz de kızarmıştır şişmiştir ve aksi gibi inat gibi ayaklarınız sırılsıklam olmuştur.

Kurulamaya diye eğilirsiniz, eğildiğiniz gibi kalırsınız öyle. Öyle kalmak istersiniz, ezik değil çömelmiş. Halının üstünde oturmuşsunuzdur, halıda oturmaya bayılıyordunuz çünkü, ama halı ıslaktı. Ama engel değildi bu, görüntü dönüyordu hala çok çok zor seçiliyordu yüzler ama kendi sesinizi duyabiliyordunuz orda.

O sesiniz ki susmayı marifet bilmiş, o zaman unutmaya başladığınız konuşmalarınız çömeldiğiniz yerde terk eder sizi. Eğildiğinizle kalırsınız ve ağladığınızı fark etmeden tam bir şok halinde, şaşkınlıkla duyarsınız hep sessizliği seçmiş sizi de sessizleştirmiş susturmuş, konuşunca kötü hissetmenize sebep olmuş o insan kılıcını kuşanmış durmaksızın konuşuyor. Susmuyor hiç susmuyor üst üste kuruyor cümlelerini, ama bunlar bildiğiniz cümlelerdi önceleri sizin söylediğiniz aylar aylar boyunca. Ama unutturmuştur konuşmayı size, sevdiğiniz tek özelliğinizin üstündeki egemenliğinizi de almıştır elinden, bazı inançlarınızla birlikte. Bir sürü hüzünle birlikte cümlelerini üst üste diziyordur o önünüze, arkanıza, eğildiğinizde fırsat bilip sırtınızın üstüne de koymayı akıl edebilmiştir.

"Hadi kalk şimdi" der. "Kalk ve izle gidişimi."

Kalkarsınız.

Susarsınız.

İzlersiniz.

Sonra birkaç insan gelir yanınıza hiç yoktan, omzunuzdakileri savurup atmak için değil de, sizin ayağa kalkışınıza tanık olmak için. Dudakları hareket eder ve gözleri size bakar endişeyle, cümleler kurarlar bilindik ya da iyi gelen, ama duyamazsınız kulaklarınızın uğultusundan. Salt duyduğunuz uzun cümleleri vardır gidenin kulağınızda.

Sonra birileri elini uzatır hiçbir şey demeden, kafanızı kaldırıp bakamazsınız. Gözleriniz çizgi halini almıştır çünkü, göremezsiniz akıp giden zamanı. İnsan selini göremezsiniz, onları gelip geçen ayaklardan ibaret sanıyorsunuzdur çünkü.

Ve kötü hissedersiniz çok kötü hissedersiniz, çünkü sizden başkalarını dileyen, düşleyen, isteyen insanın anısını bile aldatamayacak kadar çok sevmişsinizdir. O kadar çok ki, tüm hücrenizle. O kadar masumca ki, olduğu gibi. Salt sarılarak... Hiçbir isteği olmadan, salt inanarak, güvenerek. Salt gülümseyerek. Ve susmayı bile öğrenmiş olarak kalakalırsınız cümlelerinizi de alıp gitmiştir çünkü. Onun benden başkalarıyla olması ihtimali varken ben ondan başkasına böyle şeyler hissedememeliyim.

Ben acı çekmeliyim. Ben köşemde cezalandırmalıyım kendimi. Ben bunu yapmalıyım.

O sırada KARMA POLICE başlar, tansiyonunuz düşer, başınız döner. Ağlarsınız.

Başınız ezilmiştir ama yaşarsınız.

Çünkü ben yapamıyorum daha fazlasını...
Vardır bir bildiği birilerinin. O birileri ki hep varlar. Gölgelerinin üzerine yürüyorlar, üstüne gittikçe küçülüyor gölgeleri ve kendileri büyüyorlar. Bedenleri yok. Yürümüyorlar, ayakları yok. Konuşmuyorlar ama dudakları var, ses telleri aşınmış haykırmaktan. Geçmişleri var ama yaşamıyorlar artık. Yüzleri hep soluk, gözlerini kırpamayan. Baktığımda bakışlarını kaçırmazlar, öfkeyle karşılık verirler ve bir çeşit yarışa girer. Etrafı illa ki bir şeylerle çevrili bir çift gözü düşman bellerler, düşmanı severler... Vardır bir bildiği birilerinin, onlar istedi diye yaşamayı severiz biz. İncinmiştik, bu kadar. Hani bilek burkulması gibi, gözümüze bakmadan ovuşturmuşlardı ayak bileğimizi. Hissettiğimizi fısıldadığımızda bize kalkar başları, sağ avuç içlerinden destek alıp ayağa kalkarlar sonra sol avuç içiyle ittirirler bizi. Bir kadın olamadan suçlu kadın oluruz. Pis kadın oluruz. Kadınlık kirliliktir artık çünkü. Kadının temel özellikleri hep konuşması, çok konuşması, boş konuşmasıdır. Vardır bir bildiği birilerinin. Kafamı dibine kadar karıştıran bir hayatı önüme sunan ama seçeneklerimi kapatan birilerinin, vardır mutlaka bir bildiği. Yaptığım hataların hatalığını kendi aklımla anlayamam ben. O birilerinin kalıplarını çıkarırım, eski bir sabunla çizerim kollarımı, bacaklarımı. Ölçülerimi yazar veririm ellerine, derler ki "işte busun sen. Bu kadarsın." Sonra kafaları aşağıda, tıslar gibi söylerler: "Git şimdi!" Biz de gideriz. Elimizi uzatırız ve elimiz boş kalır, ama elimizin boş kaldığını göremeyiz biz bize dik dik bakan düşman gözler başımızı kaldırıp elimize, parmaklarımıza, parmaklarımızın birleşim noktasına bakmamıza bir şekil engel olurlar. Biz kendimizi severiz, önemseriz, dinleriz: Ama hep onların sevdiği gibi, onların verdiği önemle, onların kulaklarıyla. Onların vardır bir bildiği hep. Ama ben hiçbir şey öğrenemem hiç.

20101122

Birden bire cümlelerini sevdiğim birini tanımaya başladım. Ve ilk defa cümlelerimi okumak isteyen ve seven birini.

20101120

Theodore Zeldin

"Sizin kuşağınız üzerinde büyük bir oyun oynandı. Siz aldatılmış bir kuşaksınız. Size 'mutluluk' diye bir şeyden söz ettiler. Önceleri kapitalizmden ve kişisel çıkarlarınızdan bahsettiler. Sonra bundan biraz utanç duydular ve kendi kendine yetebilmek diye bir şeyden söz ettiler. O ne ki? Yine kişiselliği merkeze alan bir kavram. Sonra da size 'mutluluk' sözcüğünü verdiler. Senin kuşağın 'mutlu olmak' istiyor. Ne demek olduğuna dair de hiçbir fikirleri yok. Ben 'mutluluğa' karşıyım!"

ece temelkuran

Biz anneannemizden daha az mutluyuz. Çünkü anneannemiz bizim kadar çok mutluluk istemiyordu. Bizden bir ya da iki önceki kuşak bizim kadar çok "son" görmedi. İlişkilerde bizim kadar çok son yaşamadılar. İşlerine bizim kadar hızlı son verilmedi, bizim kadar yeniden başlamak zorunda kalmadılar. Her son, yas demektir. Sonlandırdığınız şeyle ilgili ne kadar az şey hissederseniz hissedin bu, böyledir. Dolayısıyla bizler mutluluğun peşinden koşan ve aslında neredeyse aralıksız yas tutan bir kuşağız. Sevgililerin, arkadaşların, işlerin, evlerin, mahallelerin yani terk ettiğimiz her şeyin yasıyla doluyuz. Düşünün, anneannenizi düşünün...

20101119

ettim.

Kapana kısılmadım ben. Köşeme çekilip acımı hazmederken kendime bıçağı saplayıp döndüre döndüre işkence etmek için sevmedim karşımdakini. Kimseyi kendimden uzaklaştırmak için, hayatını mahvetmek için, canını acıtmak için, değersiz hissettirmek için sevmedim. Dizlerimi dövecek kadar büyük bir kaybım da büyük bir acım da olmadı şu güne kadar. Oldu gene, yalan olmasın, bir sürü canımı yakan şey oldu da, o kadar da zavallı değildim ben, illa birilerinin sözde terapisine muhtaç olacak kada. Bu arada sadece kendi derdime yoğunlaşıp karşımdakine yok gibi davranayım diye de acılarıma sığınacak kadar hastalıklı olmadım. "Hadi sen gel hayatıma gir hayatım ol sonra ama sakın bağlanma ve sakın benim bağlanmaya hazır olduğumu da düşünme" rollerine de bürünmedim. Bütün bütün sevdim parça parça değil. Sağ elimin işaret parmağı sevdiğimin kalbine değmeden uyumak istemeyecek kadar çok sevdim boşuna değil. Yaptığım hatalar beni yanlış insan haline getirecek kadar ciddi değildi hiçbir zaman, aksini iddia etmesin kimse. Hüznümle acımla karşımdakinin hayatını zor kılmayı bırak onu başkasının kucağına itecek kadar can sıkıcı olmadım ben. Tahammül sınırım karşımdakine göre çok yukardaymış onu anladım. Hayatta hiçbir şey zor değil, hiçkimse vazgeçilmez değil, kimse de tamamen güvenilir değilmiş. Herkes insan, herkes kusurlu. Herkes bencil, insanız biz. Ben kendi kendisine acıyarak günleri ve gecelerini mahvedecek ve kırk gün mağaraya çekilip çile dolduracak biri de değilim, kırk gün mağara çilesi yirmi otuz kırk elli altmış yıllık insan hayatı çilesinin yanında ne ki... Saçmalamasın kimse, hayat kimse istedi ya da kimse istemedi diye durmuyor öylece. Dünya da dönüyor, trafik de akıyor hatta öyle çok akıyor ki sonunda tıkanıyor... Şimdi benim uğruna üzülmeme değecek bir adam mı geldi geçti hayatımdan? Sorgulanmaz mı bu. Soruyorum adı olmayana, havada asılı durana, cevap verebilecek mi neden oldu bu diye sorsam. Mutlu edemeyişim değil "ruhunun ihtiyaçlarını karşılayamamış"lığım itham sebebi, veda sebebi, terk sebebi ise; yazık diyebilirim yazık! Ruh doyumsuzdur, sevgi ruhu doyumluluğa sevk eder. Sevgisiz ruh savrulur, bedenlerde anlam arar, bulamaz. Bir bedenden öteye gidemeyecek kadınlarla ulaşacaksa amacına, kıstaslarını karşılayacak kadının kulağı büyük dudağı gülümser gözü mutlu bakan ve vücudu çekici olan bir kadın olması gerek. Titiz tertemiz ağzından kötü söz ve yüksek volüm çıkmayacak. Evinin kadını çocuklarının anası :) Ailesi kusursuz. Hastalıksız, şikayetsiz. Telaşı bilmeyen. Vardır böylesi de, istemem bulmasını. Yalan değil canım acıyacak görnce ve duyunca ama biliyorum sevecek ve sevişecek kuvvetle muhtemel az çok tanıdığım bir hemcinsimle. Hani geçecek ya o zaman umrumda olmayacak ya hiçbir şeyi... O gün ne zaman gelecek bilmiyorum ama elimden geldiğince çabuk gelmesini sağlayacağım. Başka insanlarla başka heyecanlar düşlemiş. Tek bir defa gördüğü "arkadaş arkadaşları"na sarkıntılık ediyordu. Başkalarını düşlüyordu benimleyken. Bana canım demeden bir saat önce düşleriyle defalarca aldattı beni. Kendimi kaç kez az hissettim, azalmış veya hiç çoğalmamış. Ben eksiklerime yoğunlaştırıldım onun tarafından yapabilirsin dedi hep ama yapamayacağıma olan inancı ezdi geçti yaptıklarımı ve yapabildiklerimi. Sen gülmeyi öğrenemedin dedi. Gülememişim. Açıp iki fotoğrafa bakmaktan aciz bırakmış kendisini, her fotoğrafta kahkahalarla güldüğümü göremeyecek kadar kör etmiş gözlerini başka aşklar peşine düşme tutkusu. Merak ettiği hayatlar o dokunmadan kirlenmişti, o kire bulanmak isteyecek mi? İstediği kadar titiz değildim belki istediği kadar gülümseyemedim de, bilmiyordum çünkü geç yaşadım sevmeleri. Ama temizdim saftım, süsten ve süslü laflardan da uzaktım, yalan söyleyip üstünü örtmedim bir şeylerin. Adam tanıdım sandım adam yerine koydum adam diye sevdim. Sevgisi azalmış teşekkür edebilirim anca, bir yıldır hep bahsi geçen ve benim defalarca deneyip de başaramadığımı o şak diye yapabildi helal olsun. Oturduğum yerden kalkamayacak kadar güçsüz değilim, evet kıç üstü düştüm yalan değil... Hayatımın ilk terkini yaşadım o insan tarafından hiç bırakılamam sandım korktuğum da oldu bundan ve şu ana kadar başıma hep ilk en çok korktuğum geldi. Anladım ki birini kaybetmekten korkmaya başlamışsan, hemen uzaklaşman gerekiyor oradan. Geç anladım. Ben yapamadım güçsüzdüm belki onun gücü beni bu dertten kurtardı böyle bakacağım artık. Hayatımda genellemelere gitme yolunu tercih etmeyeceğim. Hayatı kendi bildiğim gibi ve kendi yolumda yaşayacağım. Kimseyi hayatımda zorla tutacak kadar onursuz olmadım, asla. Kalmak istemediği için defolup gitti, önemimi yitirdim bu kadar basit. ÇÜNKÜ DEĞER DEĞİŞKENDİR. Ama ben hep olduğum bendim. O olduğum beni sevmedi. Bu da çok basit. Mutlu olmaya and içiyorum. Mutlu olmamak için hiçbir sebebim yok. Ah ediyorum az biraz. Tutar mı tutmaz mı bilmiyor ve umursamıyorum zaten. Ama ediyorum..
http://www.youtube.com/watch?v=kVpv8-5XWOI

I knew I wouldn't forget you and so I let you blow my mind :)

İyi geldi.

En azından iki günden sonra ağzıma lokma girdi. Nutella çok iyi geliyormuş :) Yanında da Jacobs 2si 1 Arada.

Hemen öncesinde de bir dost.

Hemen sonrasında da bir başka dost.

Artık dostum yok demeyeceğim. Acımı acısı belleyen insanlardan başkası değildir ki dost...

Herkese bol dostlar :)

20101118

Gene kötüyüm. Bu süreç ne zaman ve daha ne kadar böyle devam edecek gerçekten bilmiyorum. Ama inşallah uzun sürmez.

şans.

Daha iyiyim. Hayatımda sevilmeye çok daha layık insanlar olduğunu fark ettim.

Yazıklar Olsun


Yalnızlığımla barışmak zorundayım. Düşünmekten kaçınarak ve büyük oranda eksilerek, çok istediklerimin olmayacağını kabullenerek, kimseyle konuşmak istemeyerek ve bir süre sonra her şeyin normalin dönmesine müsaade ederek, intihardan çok uzak düşüncelerimle, evet yalnızlığımla ve beni yalnız bırakmak istemeyen insanların da var olduğuyla barışmak zorundayım.
Bir kez daha şaşırarak şaşırıyorum. Bir daha asla şaşıramayacağımdan o kadar emindim ki...
Hiçbir güne, hiçbir sese, hiçbir hitaba, hiçbir temasa, hiçbir söze, hiçbir yıla, hiçbir aya, hiçbir saate, hiçbir lezzete, hiçbir paylaşıma, hiçbir ümide, hiçbir plana, hiçbir karara inanmıyorum.
Hiçbir melodiye de inanmıyorum. Hiçbir notaya, diyeze, bemole, nefese. Hiçbir dumana, hiçbir soluğa, hiçbir cinse.. Hiçbir erkekliğe ve hiçbir kadına... inanmıyorum.
"Önce şaşkınlık, sonra yadsıma, sonra çöküntü, sonra kabullenme ve sonra iyileşme" sürecine beni sokan o insana tüm kalbimle "YAZIKLAR OLSUN." diyorum.
"Birisi çıksa karşıma, sanki peşinden gideceğim gibi hissediyorum."
Şaşkınım. Ha oldu ha olacak denilen şeyler olunca insanı biraz şaşırtıyor. Eksikliğimle kabulleneceğim kendimi elbet. Ama şu an için, sadece eksikliğime yanıyorum.

keşke..

Bu sabah "Her şey sevgi ve tükeniştir" diyordum. Akşam "evet, her şey tükeniştir" dedim. Her sevgi tüketiyor. Her sevgi, tükeniyor. Keşke tükenen, benim sevgim olsaydı da bana duyulan sevgi olmasaydı.

20101115

Giderdik bir bilinmeze birgün. En bilindik yer birgün en bilinmeyen olurdu. Çok bilinmeyenli denklemlerin arasında çözelim diye bizi bekleyen bir sürü xli yli insan vardı.

20101114

Holocaust

Your mother is dead
She says
Don't be afraid
Your mother is dead
You're on your own
She's in her bed.
Ben çocukken gölgemi ruhum sanıyordum.

Liste.

  • Daha fazla mutsuz olmak istemiyorum.
  • Daha fazla, mutsuz olmak istemiyorum.
  • Artık mutsuz olmak istemiyorum.
  • Mutsuz saniyeler bile istemiyorum.
  • Ağlayan bir anne istemiyorum.
  • Mutsuz bir baba istemiyorum.
  • Mutsuz bir şehir istemiyorum.
  • Takıntılı akrabalar istemiyorum.
  • Şekilci ve kuralcı arkadaşlar istemiyorum.
  • Kapalılığın dibine vurmuş dostlar istemiyorum.
  • Öfkeli bir sevgili istemiyorum.
  • Üzgün bir abla istemiyorum.
  • Mutsuz,
  • Yetersiz,
  • Niteliksiz,
  • Gereksiz bir ben istemiyorum.
  • Ne yapacağını bilmez bir kadın olmak istemiyorum.
  • Ölmek istemiyorum.
  • Mutsuz ölmek istemiyorum.

Ode To My Family

"Does anyone care?"

http://fizy.com/#s/1d7dg8

Dinleyin.
Kişidir kendini ele veren.
http://fizy.com/#s/1qrxr9

Bütün dünya dinleyerek ağlasın bu şarkıda. Vasiyetim budur.

bir dosta yazılan.

Zamanlama hatasından ibaret bir benliğim vardı. Bütün ihanetleri rafa kaldırmış ve pasif bir ruhu kendime yamalamıştım. Mutluydum belki böyle belki de çok mutsuzdum ama asla anlamaya çalışmamıştım olup biteni. Bir yerlerde adını sanını bilmediğim, adımı sanımı bilmeyen benim olan bir sürü insanı ölesiye seviyordum mesela. Yanıbaşımda dönüp duran senaryolara tutunamıyordum bir türlü ama oyun her zaman tekrar tekrar sahnelenebiliyordu. İşin garibi, ben de o oyuna nasıl oluyorsam mutlaka dahil oluyordum bir şekilde. Ucu bucağı olmuyordu düşlerimin ama ne hikmetse düşmelerimi de hep düşlerimden biliyordum. Bir bardağa tav olacak kadar basitti isteklerim. Ben kolay mutlu edilebilen biriydim, onlar mutlu etmemeyi daha kolay buluyorlardı ısrarla. Ben bir şekilde uğraşıyordum ama tanıdığımı sandıklarımı iknaya yeterli olamıyordum ne hikmetse. Hep uzağında kaldığım bir hayatım vardı. Akrebin bile yelkovanı kovaladığı şu evrensel kurallar içinde bir insanın bile varlığından haberdar olmadığı bir insan olmayı nasıl başardığımı kendime sık sık sormaya başlamıştım bir süre sonra. Hani o beni mutlu eden bardak var ya, içini bir şekilde dolduruyordum. Ama asla bitmiyordu içindeki, hep yarım kalıyordu ve hep leke bırakıyordu ve hep, ısrarla, o bulaşıkları kaldırmak ve yıkamak bana kalıyordu! Azıcık tembellik yapmaya gelmiyordu mutluluktan artakalanlar çok kolay kuruyordu ve çok zor temizleniyordu. Sonra raftaki yerlerine yerleşiyorlardı ve sonra aynı senaryo aynı oyun, aynı komutlar, aynı sesler, hep.Bir köprünün denizdeki yansımasından başka bir şey olmayan bir ailem vardı, ben yansıması varsa mutlaka kendisi de vardır diyordum ama her zamanki gibi ve gene ısrarla, yanılıyordum. Yanılmaya duyduğum tutkuyu başka hiçbir şeye duyamazken ben, hayattaki asıl amacımın ne olduğunu sorgulamaya nasıl da cüret edebiliyordum!? Köprü köprüydü ve yansıması yansımaydı. Anlamlandıramadığım nice kavrama bağımlı hale gelmiştim; anlamıyordum. Muhtaç olmak fikrinden tiksindikçe bu fikre bağımlı yaşamaya başlamıştım. Dinlediğim her insan yabancıydı. Konuştuğum her insan daha yabancıydı. Ben, aynadaki kişiyle aramdaki uçurumu aşamıyordum ve bu mesafeyi azaltacak yeni yabancılar topluyordum çevremde. Masama davet ettiğim ve ismini bildiğim birçok insana ısmarladığım içkiler yudum yudum azaldıkça ben anlam kazanıyordum. Ya da anlam değil sadece kazanıyordum açtığım savaşı. Savaş mı? Tarafları kim? Tarafları var mı? Tarafsız bir savaş bu. Korunan bir ülke üstünde oynanan ahlaktan yoksun oyunlardı çevremde dönen evet, ama savaşsız kazanımların kaynağı olan ben miydim yani? Kişi kendinin ne büyük bir düşmanı olduğunu düşmanı kendisi olmadan anlayamıyor sanırım. Belki de hakikatten bu denli uzak ve ona ulaşmak için bu denli az uğraşan bir kul olmam küstürmüştü yaşamı bana. Unuttuğum, pastadan pay almak için kuyruğa girenleri o kuyruğa benim davet ettiğimdi. Yo bir pasta kadar tatlı ve sevilen bir şey olmadığımın ben de farkındayım, hatırlatma. Hatırlatma çünkü ben hep bir adım uzağım kırılmaya. Tebessüm ettim... Kırgınlıklarımın bu denli kolay olması benim kırgınlığımın aslında kendime olmasından mı yoksa kolay olmamdan mı... Arada bir bağlantı kurmak gerekiyordu, tüm ısrarım bundandı tüm çabam. Kan ter içinde kaldı soluğum-nefes alamıyorum. Bir bardak su istemek için insan aradım, başımı zorlukla kaldırdım ve salt gökyüzü ile yeryüzü arasında sıkışıp kalmış ve üstelik nefes alamazken tam bir aptal gibi görünen kendimi, kendimden arta kalan bedenimi, bedenimin gölgesinden başka bir şey olamamış ruhum ve benliğimi, eğer varsa kimliğimi gördüm yalnızca. Kimse kalmamıştı. Üstelik ne aydınlıktı ne karanlık. İklimler de zaman kavramı da terk etmiş bu diyarı. Galiba.

Peki ama, ben buraya nasıl geldim?

Kim?

Günler kovaladıkça günleri, telefona her çıkmayışında ölüsünün gözünüzde canlandığı annenize kahrolurken, suçlamak için telefon ettiğiniz babanızın hasta olduğunu onun hıçkırıkları arasında anlarsınız. Sonra perperişan rahatlamak için girdiğiniz banyoda, kaynar suyun altında arada bir hıçkırırsınız arada bir de saçmalarsınız "anne.." diyerek. Sonra annenizin iyi olduğunu size söylemek için arayan annenizin annesi size gene bir iki sorumluluk daha yükler, gene babanıza laf eder, siz bağırarak "ben yirmi yaşındayım.." dersiniz ve o, küser. Ve, sabırsızlıkla beklediğiniz bayram ziyareti için sabah saat onda kalkacak otobüsünüzde sizin yanınınızdaki koltuğun sahibi olan ablanızın sizinle gelmeyeceğini öğrenirsiniz. Bir kez daha, yalnız kalırsınız. Sonra "Apres Toi, Le Deluge" şarkısını dinlersiniz Bruno Pelletier'in.

Harika bir gün.. Harika bir gece.?
Ve vazgeçer. Sözlerinin susturulmasından, gereksiz samimiyetlerden, manasız duygusallıklardan vazgeçer. Çok sevdiği insanlardan, tümünden ya da birkaçından veya bir tekinden vazgeçer. Üzülür biraz ama daha fazla küçük düşmemeye kararlıdır...

20101112

Anladım

-Birilerinin zaman içinde anladıklarını anlamaya başladığımı anladım.
-Kişinin içindeki acılardan ve yaralardan kurtulmaları için sadece kendilerine muhtaç olduklarını anladım.. Yaralarını sarmaları için başka hayatları dünyalarına buyur edenlerin hatalı olduklarını, tüm ilacın aslında kendinde olduğunu anladım(Ben bu hatayı yapmıştım).
-Büyümek için değişmek değil dönüşmek zorunda olduğumuzu anladım.
-Kendi kendini eleştirmeyen insanın yaptığı yanlışları bilmediği için ısrarla üst üste yaptığını anladım, bu noktada çevresindeki kişilerin bu kişiyi sarsıp kendine getirmeleri gerekebilir.
- Sevmeden yapılan her şeyin hayatı zulme döndürdüğünü anladım.
- Yaş ilerledikçe eğilip bükülüyoruz, çocukken dimdik yürürken sonrasında dik durmak bambaşka şeyleri ifade eder oluyor ve işin içine zorlamalar giriyor. Çocukken her şeyi olduğu gibi aldığımız için ve büyüdükçe hayatımızdaki her şey anlamından saptığı ya da yüklenen anlamlara ihtiyaç duymaya başladığı için anlam kavramımızın sarsıldığını, yaşadığımız "büyüme sancıları"nın sebebinin bu olduğunu anladım.
- Hayallerle yaşadığımız zamanları git gide tüketerek güzel hayat kavramımızdan çaldığımızı anladım. Artık dua edecek, hayal kuracak ve hatta SEVECEK zaman bırakmıyoruz kendimize.
-Kendimize sormaktan, alacağımız ya da veremeyeceğimiz cevaplardan ötürü, ölesiye korktuğumuzu anladım.
-Birilerini memnun etmeye çalışmaya başladığınız anda sömürülmeye başlarsınız, anladım.
-Ve asla, memnun edemezsiniz, onu da anladım.
- İnsanların başkalarını acımasızca eleştirebildiği, başkalarından kolaylıkla vazgeçebildiği, herkesin herkesi deli gibi incittiği bu dünyaya kendimizi hapsettiğimizi anladım. Kolay olana sığınarak şikayet etmek ve hayıflanmak, umutsuzluğa sığınmak, acımak ve acınmak ama asla bir şey yapmamak sadece birer YANLIŞ SEÇİMDİR, anladım.
- İnsan, insana muhtaçtır. Yalnızlık değil kendisiyle birlikte olmayı seven insanın mutlu insan olduğunu ama yalnızlığı severek kendini ona hapseden insanın gerçekten mutsuz insan olduğunu anladım.
- Ezberden kurulan ilişkiler, ezbere söylenen cümleler, ezberlenmiş şekilde sevmeler ve sevişmeler, ezbere gülmeler ve ezbere ağlamalar hayatımızda çok yer kaplar olmuş, anladım. Sırf biz öyle biliyoruz diye kendi kendimizi belli kalıplara sokmaya, belli sorumluluklar ile donatmaya ve bunları beceremediğimizde üzülmeye olan eğilimlerimiz artık hastalık boyutuna ulaşmış durumda. Olması gerektiği için değil, olmasını istediğimiz için olan şeylere daha çok hoşgörü duymayı öğrenmemiz gerek.
-Kimsenin duygularına saygımız yok, kendimizinkilere bile...

20101111

Nemesis ısrarla saçmalar.

Birilerinin cümlelerini birilerinin bedenine yamalasak, kusursuz "biri" ortaya çıkardı. Ama kabullenmeliyiz ki, hiç"biri" kusursuz değil.
Gerçekçilikten yoksunsak, gerçekçi olanlar canımızı sıkıyor, dünyamıza büyük geliyorlar, o parça o yere asla tam anlamıyla oturmuyor bir türlü olmuyor. İtip kakıp bastırarak oraya onu yerleştirmek için kan ter içinde uğraşıyoruz; olmuyor. Karşımızdaki, söz konusu "parça" paramparça oluyor, ya da o "boşluk" bozuluyor, deforme oluyor.
Duygusallıktan yoksunsak, duygusal kişiler saçmalıyor gibi geliyor bize.
Bizim zıtlıklarımız başkalarının aynılıkları ile dengelenemiyor, bizim aynılıklarımız onların benzeyişlerine yakınsadığı müddetçe biz karşımızdakini bize uygun görüyoruz. Biz ısrarla değişmezken sık sık hayıflanıp şikayet ediyoruz. Hep onlar değişecek, hep onlar verecek, hep onlarda suç zaten.
İnsanoğlu çok, bencil. En toplumsal insana ise, olsa olsa üzülürüm. Toplumsal olduğunu söyleyen herkesin ben'i toplum olmuş. Bu toplumdan olmaktansa bu kendi köşemde kimse beni okumadan kendi kendime konuşmayı yeğlerim.

Tek Kişilik Şehir

İki gün önce metrodan geçerken fark ettim ki, ben istediğim bir şeyi istediğim bir kişiye söyleyip onun bu istediğim şeyi yerine getirmesini bekleyerek saçmalamış olacağım ve elime hiçbir şey geçmeyecek ve hatta kaybettiğim zamana yanacağım. İki gün sonra sınavım olduğunu tamamen unutmuş bir halde DT gişelerine gidip bir süredir mutlaka gitmek istediğimi mümkün olan her yerde dillendirdiğim ve utanmadan hala ısrarla gideceğim kişilerin boş olacağı bir zamanı ayarlamaya çalışmış olduğum için asla gidemediğim bu oyuna iki bilet aldım Şinasi Sahnesi'nden dün için. Bir ablam için bir de benim için... Kendi maaşımla kendimden başkası için ilk harcamam oldu bu. Dün gece kelimenin tam anlamıyla bok gibi geçen günümün ardından şu ana değin alınmış en etkili ilaçlardan biri gibi geldi bana. Devlet Tiyatroları'na sponsor olmak isterdim :) Hemen yanımda Çiğdem Aydın ve annesi oturdu, hemen aşağıda Mithat Erdemli ile karşılaştık. Ait olunası bir yerdeydim dün gece ve sonra sınavımı hatırlamama rağmen gecenin köründe bir whopper jr menüyü afiyetle mideme indirdim :)

20101103

A!!

Ruhunuz bedeninize kaçmış. Derhal karantina altına alınacaksınız.. Odanızdan çıkmaksızın geçireceğiniz iki acı dolu hafta sonunda, gözleriniz renginden oldukça ödün vermiş olarak ve yüzünüzün rengi de ondan geri kalmayarak hayatınıza devam etmek "zorunluluğundan" ayaklarınızı sürüye sürüye, bu koşturmaca halindeki yığına karışarak devam edeceksiniz gerçekten de. Ama hiçbir şey asla eskisi gibi olmayacak artık.. Bir kere vazgeçmişsiniz sevdiğinizden, vazgeçmiş o da sizden dibine kadar.. Bir daha kimseyi "dibine kadar" sevemeyeceksiniz o denli "duru". Karmaşıklıktan, politiklikten çok uzakta, olamayacaksınız. Nabız aramayacaksınız artık ona göre şerbetleriniz olan. Yalnızlığınız çözemeyecek mutsuzluğunuzu da, haliyle, BU DÜNYADAKİ HER YARATIK GİBİ YALNIZ ÖLECEKSİNİZ..

Bu yazı tamamen benden banadır.
Adam "yanlış yaptık" dedi ve "hızla" gitti.

aferin bana.

Bir iki saate kadar bir sınıfta hiç tanımadığım insanların hükmettiği bir salonda onların emirlerini uygulayarak elimde kalem kafamda saçma sapan düşünceler benim kendi bedenimde hükmedebilmekten yoksun olduğum elim kolum ayağım dizim bileğim her yerim bana isyan ede ede ve beynim başta olmak üzere güvendiğim her ayrı şeyin üst üste yarı yolda bırakmasıyla beni, sınav safsatasına dahil olacağım ve ben hâlâ, ısrarla ergen psikolojisinde aşk sözlerini haykırarak ağlamyı yeğliyorum.

oysaki.


Dayanmak zormuş meğer sonu belli oyunlara; reddetmeye gücün yoksa eğer.

Muse- Muscle Museum.
Ama Opeth'in Hessian Peel'inin girişi sakinleşmeye bir adım yaklaştırdı beni. Ben hâlâ anlamadım, bu insanlarla aynı gezegeni paylaşıyor muyum gerçekten? Yoksa onlar bu dünyadan değiller mi.. HARVEST.

!

Coşkuyla dolaşıyor öfkem damarlarımda. Yüzüm bir yerlere dönük ama arkamda sakladığım elimle paramparça edercesine, etmek istercesine sıkıyorum bir kalbi tüm gücümle... O kadar iyi gizlenmiş durumda ki metal içinde, benim elime batıyor bir tarafı ve benim elim kanıyor neticede, hissetmiyorum sonradan görüyorum pıhtılaşmış halini... O kadar büyük nefret duyuyorum ve o kadar öfkeliyim ki, dinlediğim hiçbir öfke şarkısı fayda etmiyor. Walk With
Me in Hell- Lamb of God gene de biraz iyi geliyor yalan olmasın. Gene de o kadar öfkeliyim ki duyduğum öfkeyi yöneltebileceğim hiçbir camı indiremeyişim, kendime ait olmayan bu coğrafyada, bu atmosferde ve bu gezegende yabancılığım içime oturmuş şekilde sadece bu klavyeye saldırabiliyorum. Normal zamanlarda keyif sebebi olan her şeyden , normal zamanların kendisinden ve sözde beni önemseyen seven bana kıymet veren her ama her bireye öfkeyle haykırmak istiyorum. Hiçbir nokta ifade edemiyor öfkemi tanrım, konuşmalarımda ünlemler uçuşsun istiyorum! Ünlemler cisimleşsin ve başımın üstünde, vücüdumun dış dünyayla ruhumu(!) kesiştirdiği her santimetrekaremin üzerinde benimle birlikte bulunsunlar. Bugün kimseyi sevmiyorum...

İzleyiciler