20120425







Çok fazla olmamakla birlikte fark edişler sürecine girdiğimi anladım. Yüksek seslerin de etkisi var bu duruma; ancak çeşitli kararlar almama ilkemi geride bıraktığımı da fark ettim. Karar almam gerekiyor. "Hayatımın tamamını kendimi, nereye ait olduğumu, ne olduğumu bulmak" için harcamış olsam bile, er geç bir yerde huzur bulacağıma dair inancım hiç sarsılmadı. Ölmeyi çokça istediğim dönemlerin arada bir ziyaret etmesine de çok karşı  değilim. Günü gelince bunu da yaparım belki, bilmiyorum. Benim elimde pek çok "ama" var. Biraz yorucu ben olmak. Öf.

20120424

Hayatınız boyunca, öyle veya böyle bir kimlik geliştirmişsinizdir. İnandıklarınız ve reddettikleriniz, mütemadiyen yerip er geç tahammül etmenizi gerektiren ya da doğrudan sizin yaptığınız bir durumla karşılaşmanız, bir sevdiğinizden yediğiniz darbe, aileniz, cinsiyetinize dair tercihiniz sizi bir şekilde siz kılmıştır. Hatalarınızın olmasına müsamaha gösterecek bir çevre edinme çabasına girişirsiniz ilk sosyalleşme dönemlerinizden itibaren.. Bir şekilde birilerini seversiniz ve elbette siz de sevilirsiniz. Kötü zamanınızda birilerini arayabilecek bir bünye geliştirirsiniz.

Bu kimliğimi seviyorum. Sevmek zorunda değilsiniz. Yeni yeni keşfetmeye başlıyorum kendimi. Beni anlamanızı da sevmenizi de beklemiyorum. Ama hayatta duyduğum heyecanların da acıların da bir zerresini duymayacaksınız artık. Yolunuz açık olsun. Öfkeli ya da kindar değilim. İç hesaplaşma yapmıyorum. Kötülüğünüzü değil iyiliğinizi istiyorum.

Ama hissettiklerim arasında dostluk da yok.

20120422

O zaman dinleyiniz efenim: 

Simple Man- Lynyrd Skynrd

öç

Bütün kalbimle, bütün ruhumla, bütün bedenimle çabalıyor da olsam takıntılarımın beni ve etrafımca algılanan benliğimi ele geçirmesine engel olamıyorum. Bir arkadaşıma absürd bir "kusura bakma" mesajı atıyorum ve sonraki dört saatim "o mesajı neden attım ki!" diye düşünmekle geçiyor. Bu süre içinde yanımda dünyamın en değerli misafirlerinden biri de olsa huzuru içimde bulmakta zorlanıyorum. Kendisinden kaçtığım taraflarımı törpülemek ve iyileştirmek ya da en azından kabullenip bağışlamak konusunda neden bu kadar eksik ve yalıtılmış bir yaşantım var?

Olduğun insanı keşfetmeden önce ya da tam da keşfederken, aslında ne ve kim ve nasıl bir insan olmak istediğini de iyi belirlemeliymiş insan, Can'a göre. Bu şekilde kendisine zarar veren alışkanlık ve eylemleri, bir üst modele ulaşmak adına daha rahat ve gözle görülür bir şekilde değiştirebilirmiş. "Alıngan bir kişinin yaşamı çok zordur," dediğimde bana "alıngan olma," demişti. Oldukça yüzeysel bir cevap gibi gelebilir; ama "ben olarak yaşamak çok zor," dediğimde de "sen olma," diye yanıtlaması konuyu biraz daha üzerine düşünülesi kıldı tarafımdan.

Gene de hala o mesajı yazan parmaklarıma öfke besliyorum.

Enternasyonel

" Kurtaracak yüce bir varlık yok bizi
  Ne yüce mahkeme, ne kral, ne tanrı.
  Sefalet olmaktan kaderimizi,
  Gene ancak biz kurtarabiliriz kendimizi."








â

-Düşlediğin şeyi yap. Potansiyelini harcama. Sadece birileri daha güzel tatiller yapsın diye kredi kartı sayını çoğaltma. Hayatın boyunca bir Porsche sahibi olmak için çalışacaksan, bil ki, bu asla gerçekleşmeyecek. Onun yerine düşlerini basitleştir. Porsche'm olsaydı geceleri rahat uyuyamazdım. Park edeceğim yeri seçmek için tüm şehri dolaşmak zorunda kalırdım. -Düşlediğin şeyi yapmak zorundasın. Hayatla ilgili pek çok şey söylenmiş vaktinde. Anneni ya da babanı, belki teyzeni ve dayını iyi dinle; söyleyecekleri vardır belki ve kuvvetle muhtemel söylediklerinde haklı çıkacaklardır. Egonu şişirme çabasından sıyrıl ve sadece kulak vermeyi dene. Bir kaybın olmayacak. -Düşlediğin şeyi yap, evlat. Çünkü seni hayatta tutan bir düş, dünyadaki tüm Porsche'lerden daha gerçektir.
Bir zamanlar yapmayacağınız iddiasıyla ortalıkta bas bas bağırdığınız pek çok şeyi yapmaya başladınızsa, Ailenizin önemini kavramayı öğreniyorsanız, Kendinizi biraz daha fazla seviyor, yapmak istediklerinizi sırf hayatınızdaki insan ya da insanlar yadırgayacak ya da yargılayacak korkusuyla yapmaktan vazgeçmiyorsanız, Eskiden benzer bir organizasyona çekinerek gittinizse ve şimdiki organizasyona müthiş rahat bir biçimde katılım gösterdinizse, Yeteneklerinizden, başardıklarınızdan, gördüklerinizden, az da olsa izledikleriniz ve okuduklarınızdan gurur duymayı öğrendinizse, Egonuzu rafa kaldırmak için çabalara giriştinizse ve genel olarak başarmakta olduğunuza inanıyorsanız, Konuşmadan önce iki kere düşünmeyi öğreniyorsanız yavaş yavaş, Hatalarınızı fark etmeden önce birinin sizi uyarmasına ihtiyaç duymuyorsanız ne mutlu size..
Bir gitmek formatım var, sağından solundan sündürüp sündürüp kullanıyorum. Bir hayrete düşmek anımda kulağıma çalınan tanıdık bir eski zaman şarkısı, o sünmüş ve belki yamalanmış düşe yeniden katıyor ruhumu. Söyleyenin anadili de şarkının dili ve sözleri de pek umrumda olmuyor o anda; beni alıp uçursun, o melodiyle yollasın uzaklara, yetiyor. Tanımadığım insanları sevdiren şarkıları, tanıdıklarımı özleten ve aratan melodileri, çarpıcı notaları seviyorum bir anda. Başa sarıyorum hemen, bitince. Gene, yollarda buluyorum kendimi. Acil durum butonuna çok uzakta, tehlikenin tam ortasında..

-sun.

Sürekli yapabileceklerinizi, düzeltebileceklerinizi, kurtarabileceğinizi düşünmeye başlamışsanız herhangi bir ilişkinizde durup bi' nefes almalısınız. Karşınızdaki bu herhangi bir insan durup da sizin için ne yaptı, sizi ne kadar önemsedi ve gerçekten yanınızda olmasına ihtiyaç duyduğunuzda ne oranda yanınızda olduğunu hissettirdi? Yaptıklarınızın hiçbirini karşılık için yapmadığınızdan siz eminken, o herhangi bir insan ısrarla sizin kötü niyetle yaklaştığınızı düşündüğünü hissettiriyorsa, sizin yapabileceğiniz bir şey kalmamıştır aslında. Birini sevdiğimizde öyle veya böyle dahil ettiğimiz dünyamızla ilgili büyük bir yanılgımız var: Biz kendi dünyamızı, o kattığımız insanla var sanıyoruz; halbuki o insan, bizim onu o dünyaya katışımızla var. İnsanlara biraz daha toleranslı olmamız gerek. Sevdiklerimiz için sınırlarımızı seve seve gevşetebiliriz. Karşımızdaki insanın sınırlarının keskinliğini gözümüze sokması durumunda da, aradaki bağları zayıflatmış olan biz olmayız. Belki karşılıklı bir tercihtir belki de tümüyle doğal akış çerçevesinde gerçekleşmiştir bu zayıflama. Ama kimsenin yaşamımızda kalması için çaba göstermemiz gerekmiyor. Çaba gösterilecek şey şu: Sevdiklerimiz için, sevdiklerimizin mutluluğu için, sevdiklerimizin iyiliği için ya da bu "sevdiklerimiz" yerine benliğimizi koyabilmek için ilişkimize çaba göstermeliyiz. Belki de "özen" daha doğru bir kelime. "Çaba" çok zoraki...

20120418

Chema Madoz

sevgi hâli.

Benim Zeki Müren ve içinde ney sesi geçen her şarkıyı seven bir sevgilim var. Ankara'ya geldiğim ilk günden beri hayatımda öyle veya böyle etkilendiğim/etkilediğim bir karşı cinsimin olması benim şımarıklığımdan değil; sevgiyi seviyor olmam. Sevmeyi ve sevilmeyi sevmemden bu. Ama onun, içinde ney sesi geçen her şarkıyı sevdiği gibi sevmediği kendimi burada tutan en önemli nedenlerden biri olduğunu bilmemesini istiyorum.

Daha önce bir karar almıştım: "Kalmak için her zamankinden çok nedenim olduğunda, gideceğim. Çok sevdiğim bir adama, onu çok sevdiğimi hiç söylemeden ve sevmediğim birine, "Ben seni hiç sevmemiştim ki," dedikten sonra. Gittiğim yerde beni bekleyen tüm iyi ya da kötü şeylere kendi ayaklarımla gideceğim. Tek başıma."

Galiba o süreç çok yaklaştı.

Çünkü kalmak için gerçekten çok nedenim var.

20120415

Yes.

Güzellikler

Tanımadığınız bir adam çıkıp gelir, yanınıza oturur, sohbete başlar ve kendi başına bunu sürdürür. Bir müddet rahatsız olursunuz, sonra bir yerden yakalar sizi. Bir süre sonra güzel müzik grupları ve müthiş şarkılar öğrenirsiniz bu adamdan. İsmi bile yoktur.

Tanıdığınız, sevdiğiniz bir İdil vardır. Birgün bi' mail atar. Bi' projeye başvurmamı önerir. Başvururum, kabul edilirim. Beş gün boyunca, hayatta en çok yapmak istediğim şeyi, eylemsel olarak sanatı sokakta icra edeceğimi bilip akşamdan heyecanlanırım.

20120413



Gömdüğünüzü zannettiğiniz bütün gerçeklikleri, yeniden gündeme getirecek bir koltuk minderi bulacağınız o gün, dinleyeceğiniz şarkıları ve anımsayacağınız güzel anları iyi seçmelisiniz.

Küçücük bir mimiğiniz ya da tek bir ses titremesi, konunun aslında hiçbir zaman bir erkek çocuk gâyesi olmadığını anlamalarına neden olabilir.

Birlikte yaratmak istediğinizin bir insan değil, bir yaşam olduğunu onlar bilmemeliler.

Kendi yaşamını yaratırken başkasının sana eşlik etmesi için onu zorlayamazsın. Bazen sahneye atlayıp tek başına dans edebilmen gerekir.

Bazen o koltuk minderini bulduğunda, fırsatı kaçırmaman gerekir. Sırf dinleyecek birileri yok diye etrafta, cümlelerini cebine tıkıp yoluna gitmemelisin. Bazen kendi kendine, dünyadaki en aptalca filmleri seyretme yükümlülüğü yükleyebilmelisin.

İyi başladığın bir günü berbat şekilde noktalamamak için, bir dakikalığına, kendini ciddiye almayı kenara bırakabilmelisin.

Rudolf Bahro, ekolojik yıkıma götüren pratiklerinin insanın ego yüklü bünyesinden doğduğunu söyler. Sanayi uygarlığı da suçludur; ama kapitalizmi ortaya çıkaran da insanın bu her an tekelleşme ve büyüme arzusundaki yapısı olmuştur. Siz, kendiniz, kendi kendinizi değiştirmedikten ve müthiş bir evrimsel kazanım olan bilincinize tutunurken egonuzu geçmişe gömmediğiniz müddetçe, sizin nezdinizde tüm insanlık kendi kendisini yok etme yolunda emin adımlarla ilerleyecektir. Bahro böyle der.

Ekoloji benim için müthiş bir konu olmasına rağmen, şu dakikada, siktir et ekolojiyi de, kendi kendini dönüştürmeye yoğunlaş diyorum. Kendi kendimi dönüştürdükten sonra, çevremde kim kalmış ya da çevremden kim gitmiş, ekolojik yıkıma katkım artmış mı azalmış mı-ki, azalacaktır- umrumda olmayacaktır zaten.

Du' bakalım.

Soon we'll be found.

just a habit

Birgün bir şeylerin büyüsü bozulmaya başladığında, aslında bozulan bir şey olmadığını ve her şeyin normale dönmeye başladığını görebilin isterdim. Kaçamayacağınız gerçek kimliğinizin, bütün motive edici cümleler ve bütün sevgi-sebepli-dönüşümlere rağmen bir yerden sonra yeniden ortaya çıkacağını bilmenizi isterdim.

Kendinizi "akışa" bırakmanızı, "öz"ünüze dönmenizi ve kimliğinizi keşfetmenizi öneren tüm kuramcılara ya da sokağı ev bellemiş ermiş şarapçılara rağmen kendi akışınızı yaratamadığınız müddetçe hiçbir şeyin iyiye gitmesi mümkün olmayacak.

Bir yerden sonra bu rezilliğe dur diyecek ve eyvallah deyip yola çıkacaksınız nasılsa.

Ama, bunun gerçekleşebilmesi için biraz incinmiş olmayı ve üzülecek olmayı göze almanız gerektiğini bilin isterdim.


Buna bakın.

Aynı anda şunu dinleyin.

Bırakın da birazcık acısın.

20120411

İmza: Nemesis


Cesur olmak, korkmamak ya da korkar olmamak demek değildir. Cesur olmak, bir seçimdir. Bir oluştur. Kafa kağıdınızdaki özet geçilmiş nitelikleriniz arasında asla olmayacak olan, olması beklenmeyecek olan bir oluştur hem de. Bir nevi, tersine dönmesidir "modern" insanın. Bir cinsel organa göre ve/veya bir "vatandaş" olarak anılmak istemeyi bırakıp birey olmaya odaklanmaktır. Kendi seçimlerini yapacak, düşünecek ve kendi seçimlerini yaşayacak bir birey olarak yaşamak, bu şekilde ölmeye hazırlıklı olmaya bir adım yaklaşmak demektir. Cesur olmak, cesur olmaktır. Bir olma halidir cesaret... Ötesi değil.

Çocukluğum, sosyal-demokrat(potansiyeli)olan ebeveyn ve aile büyükleri arasında geçti. Gittiğim gösterişsiz mahalle ilkokulunda, duruşuyla ve görünüşüyle sivrilmiş, saygı gören ve okul aile birliğinde başkanlık yapan annemin de etkisiyle gayet popüler bir kimlikle okudum. Adaletçiydim: Öğretmenim konuşmadığım halde kafama kırmızı kapaklı ağır test kitabını geçirdiği için tam iki hafta konuşmamıştım onunla. Dayanışma konusunda kendimi aşmıştım: Annem ve babam bana, toplumun hangi tabakasından gelirse gelsin hiçkimseden farklı olmadığımızı iyi belletmişti. Tüm hayatım boyunca görece ezilmiş kişilerle daha büyük ve gerçek samimiyetler kurdum. Çoğu zaman zengin bir iş adamı olarak anılan babamın sosyalist kimliğinden bihaber geçirdim o zamanları. Sonra sonra, annemin de Ankara Hukuk'tan terk olduğunu öğrendim. Lisede kırmızı kazaklar örermiş kendine, okul kapısında pek çok kez tartaklanmış; bilmiyordum çocukken.

Ablam kolejde okudu orta okulu. Sonra devam ettiği devlet lisesi, benim dönemimde anadolu lisesi olarak belirlendi ve ben aynı hoca kadrosuyla lise öğrenimmi tamamladım. Sonra ablam Ankara'ya, bir vakıf üniversitesinde hukuk öğrenimi görmek için geldi. Ben de bundan dört sene sonra Ankara'ya, sırf onun yanına kaçışlarımda dolaştığım Kızılay'a müthiş aşık olduğum için geldiğimde, bir devlet okulu olan Gazi Üniversitesi'nin öğrencisi olarak geldim.. Aynı vakıf üniversitesine benim de puanım yetiyordu, burslu olarak gene istediğim bölümü okuyabilecektim; ama siyasi duruşum sebebiyle -sosyal devlet anlayışına sonuna kadar sadık bir yeniyetme olarak, daha da kötüsü uyuyarak geçirilen bir orta okul ve lise öğrenimi sonrasında- devlet okulunda okumayı kafama koymuştum. Hayatımın hiçbir döneminde bu görüşümün değişmeyeceğine dair inancım çok sağlamdı..

O aralar annem ve babamın CHP oydaşlıklarını çok sorgulamıyordum. Köhne zihinlerin arasındaki aydın ve seçkin ebeveynlerimle dibine kadar hayrandım. Bu durum hala pek değişmedi.

Okulda Atatürkçü Düşünce Topluluğu'nun kemik kadrosuna otomatik olarak dahil oldum. Buna ek olarak çok kısa bir süre TGB'de de bulundum. Lisans hayatımı, fakülte topluluklarınun yaygın ülkücü hissiyatıyla kötü kötü bakmalarına, arada bir omuz atmalarına ve hatta bir arkadaşımı 1'e 20 oranında saldırmalarında olaya az çok müdahil olmam sonucu bu tepkilerin artmasına tahammül ederek ve tepki göstererek geçirdim. Birkaç kez, engellenen organizasyonlar yapma işine giriştik ve birkaç kez standımız yağmalandı. Son sene, okula uğramaz oluşum sebebiyle ADT'den git gide uzaklaştım. Hala arkadaşlarla arada bir görüşürüz; ama toplulukla bağım tamamen koptu.

Bu arada ben, zaten en değerli senelerimizin saçma sapan bir düzensizlik ve alışkanlıktan bozma yöntemlerle, sorgulamanın ters tepeceğini beynimize kazıyarak işleyen eğitim sistemiyle heba olduğunu düşündüğüm için KPSS'ye girmemek konusunda müthiş kararlıydım. Kendimi çekirdek çitleyerek ya da vatandaşı hılt ederek geçirilecek mesai saatlerine adapte edemeyeceğimi biliyordum. Daha doğru bir söylemle, ne yapmak istediğimi henüz bilmiyordum ama ne yapmamak istediğimden tümüyle emindim. Hayli özgüvenli söylemler...

Neyse sonra mezun oldum, mezuniyetimizi kutladığımız bol mezeli ve karıştırılan içkili, dolayısıyla tüm sağlıklı yetilerini kısa süreliğine rafa kaldırmış bünyemle derhal bir özel şirkette işe girdim. :) Paraya ihtiyacım vardı, canım daha önce yaptığım gibi sekreterlik ya da garsonluk yapmak istemiyordu; zira daha fazla paraya ihtiyacım vardı bu sefer. Tam 18 gün sabredebildim. Sonra, hayattaki biricik vasfı "patron" olan hanımla kavga ettim. Bana insan gibi davranılmıyordu, aleni şekilde "mobbing"e maruz bırakılmıştım ve sadece bu insana tahammül etmek bile alkış hakedecek bir şeydi. Kazandığım para bana bütün yaz yetti. Birkaç gençlik projesine katıldım, seyahat ettim, arkadaşlarla tatil yaptım(hayatımda ilk kez).

Bu süreçte, ablamla paylaştığımız evden ayrıldım ve bir müddet arkadaşlarda, erkek arkadaşta, ebeveynlerin memleketteki evlerinde ikamet ettim. Yaz sonlarına doğru yüksek lisansı kazandım, arkadaşlarımın oturmakta olduğu eve üçüncü çıktım ve başka bir özel şirkette işe başladım. Bu sefer, beklentim vardı. İleride KOSGEB desteğiyle annem için bir yer açmak istediğimden, proje danışmanlığı yapmak işime geliyordu. Ama arkadaşlarına kavun taşıtan, kayınçosunun atandığı kenti öğrenmek için Ankara Tıp Fakültesi'ne filan gönderen ve sadece dini bayramlarda tatil yapmamıza müsaade eden bir patronla yüz yüze olduğumdan ve ayrımcılığa ve "param var benim, senden üstünüm" anlayışına en az tanrıya inandığım kadar karşı olduğum için, pek tabii ki, tahammül edemedim... Ordan da 1,5 ay sonra kavga kıyamet çıktım. Ordan aldığım para da bir süre idare etmemi sağladı.

Yüksek lisansa yoğunlaştığım 2011-2012 güz döneminde bütün ödevlerimi takır takır yaptım, bulunduğum yeri sevdim ve akademisyen olmayı düşlemeye başladım. Tam da bu dönemde, senelerdir uyuttuğum kendim bir şeyleri anlamaya başladı. Milisaliselik aydınlanma seansları birbirini kovaladı ve her yolculuk sırasında ben daha çok "hass..." tepkisi verir buldum kendimi.

Fark ettiğim gerçeklikler, "toplum" anlayışından, Türkiye toplumunun çoğunluğundan ve ezici eylemlerinden tiksinmeme yol açtı. "Sosyal" anlayışım çatladı. Kendisini güçlü ve farklı addettiğim pek çok kadının "bayan" anlayışından öteye geçemediğini, "bayan yanı destekçisi" olduğunu, kadınların "yasal" olmayan cinsel hayatlarını histerik olarak değerlendirdiğini, erkeklerin "kusurlu" kadınlarla evlenmek istememelerini haklı gördüklerini, hangi siyasi partiye dahil olursa olsun tüm siyasetçilerin korkunç olduklarını anladım. Daha kötü fark edişlerim daha çok acı verdi. Bu devlette, devletin kendi eliyle yürütülen bütün politikalar rezildi. Yıllarca faşist uygulamalarla, eğitimi, medyayı, ekonomiyi, her şeyi ama her şeyi kullanarak, küçük-büyük pek çok topluluğu ezdiğini çok sonra fark ettim. Devlet, yapay bir anlayıştı ve devletlerin sınırları, barışın ve gerçek adaletin aleyhine atılmış ilk darbeydi. Bu dünyada gücünü sadece büyük, hep daha büyük olmak için kullanan birkaç devlet vardı ve en büyük ekolojik ve sosyal yıkımı da, yarattıkları saçma sapan ve temelsiz kavramlarla (gelişmekte olan ülke- üçüncü dünya-sürdürülebilir kalkınma-..) biz elbirliğiyle yürütmek için çokça istekli bir ülkeydik. İnsanlar, kendilerini sevmeyi, kendilerinin güçlü olduğunu asla öğrenmedikleri, öğretilmekten kaçınılan pek çok yararlı bilgiden yoksun nesiller yetişsin diye ceplerini boşaltıp çocuklarını, eğlenecekleri ve sevgiyi öğrenip deneyimleyecekleri en güzel yaşlarında "okullara" yolluyorlardı. Sağlık, hizmet filan değildi! Sağlık hizmeti diye bir şey yoktu. Eğitim yoktu. Devlet, iğrenç ve ağzından tükürükler saçan bir şirket patronundan başka bir şey değildi. Yönetişimci anlayışı öncüler gibi görünen, sadece gibi görünen, tüm uygulamaların altında, yerel yönetimlerin de sermayeden nasibini almak adına mücadele eden sahtekar başkanları vardı. İnsanlar gerçekten aptaldı. Baştan sona yanlış olan uygulamaların karşısında şükrediyorlardı.

Diktatörce tavırları, diplomasiyle siyaseti birbirine karıştıran uluslar arası politikaları, kendisini seçen insanlardan nefret eden "erk"leri yüceltiyordu insanlar. Gerçekten "küçük adam"dılar ve dinlemiyorlardı. Büyük ya da büyümeye gönüllü adamlara da karşıydı bu küçük adamlar.

Devletten nefret ettim. Ezilen halklar üzerinde ısrarla ve iştahla yürütülen sömürüye her gün daha çok tanık oldum. Bir küçük burjuva çocuğu olarak ben, insanların umutlarının ölüme götürdüğü, yol ortasında kazılıp bırakılan çukurlarda öldükleri, "dostlar alışverişte görsün" zihniyetiyle gencecik fidanların eline silah verip onları "milliyetçi" hislerle doldurup bir başlarına bırakıldıkları bir ülkenin vatandaşıydım ben. Dünyanın pek çok ülkesi, pek çok devletindeki gibi, birey olmam istenmiyordu ve birey olarak müthiş değersizdim.

İnandığım tanrıya sırtımı döndüm.

Doğru bildiğim her şeyin yanlış olduğunu gördüm.

Dünyada bu yanıgıya sımsıkı sarılarak bomboş bir ömür geçiren milyarlarca zavallı insanın yaşadığını anladığımda, daha çok öfkelendim.

Kadın üzerindeki, doğa üzerindeki, sanat üzerindeki, insanlar üzerindeki, barış üzerindeki tahakkümü meşru kılan her şeyi devletin kendisinde buldum. Amerika'nın düşman yaratma savaşlarına ihtiyaç duymadım: Dostum olduğundan çokça emin olduğum kurumun kendisi, hiçbir zaman dost olmamıştı ve olmayacaktı. Yapısı gereği olamazdı.

Bu arada okuduklarım, dinlediklerim, izlediklerim gösterdi ki, anlamakta gecikmiştim. Ama döndüğüm zarardaki kâra odaklandım.

Kendimi sorguladım. Kendimi tanımaya çalıştım. Kafamı, bunun için gerçekten çok yordum. Uykusuz ve ağlak geceler ve günler geçirdim. Sevdiklerimden yardım aldım.

Kolektif yıkıma dur demek için önce bireysel devrimimi gerçekleştirmem gerekiyordu. Bu süreç henüz bitmedi. Ama başlangıcı geride bıraktım ve sağlam adımlarla ilerliyorum, biliyorum bunu.

Üstelik benim bu gerçekleri ve bu bireysel devrim kararını vermem için, kadrolaşma illetinden zarar görmem ve atanamamam gerekmemişti. Tanıdık aracılığıyla girebileceğim işler de oldu; girmedim. Özel üniversiteye beslediğim hisler daha romantikti; ama bu kararım tamamen karakterimle alakalı. Babadan gelen bir "emir alamama" halim var çünkü. Ayrıca yapım gereği, gebe kalma ya da alem ne der anlayışına mensup olmadığım için o iş yerindeki herhangi bir rahatsız edici uygulamada çenemi sıkamayacağımdan emindim. Gerek yok. Garsonluk da yeterince iyi bir iş. Üstelik Ankara'da, bir duruşu rahatlıkla devam ettireceğin ya da kendini geliştirebileceğin, yanlışlarını öğrenebileceğin küçük işletmeler de olduğundan, çok mecbur kalırsam iş bulmakta çok zorlanmayacağımı düşünüyorum. Yeter ki kimsenin karşısında boynumu bükmeyeyim, "emredersiniz," demeyeyim. Yeter ki altmış yaşımda al-ver işi yaparak ölümü düşlemeyeyim. Çünkü hayatımda kimseye yalakalık etmedim. Edemem.

Şimdi bir yerlerde gazeteciliği öğrenmeye çalışıyorum.

---

Cesur olmak bir tercihtir. Bir rastlantı sonucu bu devletin sınırlarında dünyaya geldiğim için, önceden çizilmiş bir kötü kaderi yaşamayacağım. Sırf bu rastlantı yüzünden ben, milliyetçi duygular beslemeyeceğim. Sırf, öldükten sonra ödüllendirileceğim diye güzeli haram, saçmayı helal kılan dine köle olmayacağım. Devletin, sermaye sahiplerinin, pabucumun güçlülerinin karşısında dimdik duran küçük oluşumları destekleyeceğim. Anarşizm ruhunu taşıyan insanlarla tanışacağım. Bisikletine atlayıp kendini ve dünyayı keşfeden insanlara aşık olacağım. Nüfus kağıdını ve kredi kartlarını kesip atan McCandless'ı düşünmeden bir gün geçirmeyeceğim. İnsanlara inat insanları seveceğim. Sanatı duvarlar arkasına, düşünen büyük adamları parmaklıklar arkasına, birbirini seven hemcinsleri toprağın altına gönderen zihniyete, soluduğum sürece karşı çıkacağım. Öldürülen, intihar eden, umursanmayan ve hayatının tek bir dakikasını bile ağlayarak geçiren herhangi bir "vatandaşın", özellikle de gençlerin, çocukların ve kadınların hislerini paylaşacağım.

Bizden nefret eden, yıldırmak isteyen, uyutan, emirlere uyarak emirler veren, dünyayı çürüten, sahtekar ve kapitalizm müridi devleti, ben, sevmiyorum. Dileyen sevsin. Dileyen desteklesin. Dileyen şükretsin. Ben etmiyorum. Dünyada sevgimi hakeden milyarlarca başka güzellik varken, bunun üzerinde harcamıyorum. Hayatımın sonuna kadar, sokak müzisyenlerini, tezgahtarları, Noviembre'ci anlayışı destekleyeceğim.

Susma..

20120406

Düşlediğiniz bir şeyler varsa, onlara tutunmak için beklemeyin. Kötü de olsa ve hatta yeteneksiz de olsanız, çizin o resmi. Müzik kulağınız olmasa da, güzel müzikler dinlemeyi başarın. Bir bardak çay içmeyi bile düşleyebiliriz bazen..

Annem hastahanede şu an. Yalnız başına. Yarın da ameliyatı var. Benim gitmemi istemedi, ertesi gün gideceğim yanına.

----------------

20120402

Tuesday's Gone dinleyerek güne başlamak.

Yanımda bir sürü kitap ve makaleyle işe gelmek.

Haftasonunu annemin yanında geçirdim. Neden bu kadar hüzün meraklısı olduğumu bilmiyorum; ama beni sorunlu kılan şey içimde değil dışarda gerçekleşen olaylar.. Algılayamadığım ve hızına ayak uyduramadığım ama ısrarla ayak uydurmak için çabalama zorunluluğu& gerekliliği hissettiğim mevzularda kafam allak bullak oluyor. Her şekilde bocalıyor ve arada bir de ayağım takılıp düşüyorum.

Bunda yanlış olan bir şey yok.

Sadece, unutkanlık ve aldığım dersleri her olayda yeniden almam koyuyor biraz. Bundan da tümüyle kendim sorumluyum. Bir insan akıllandığı günlerden hemen sonra hafıza kaybına uğratmamalı kendini.

Bunda yanlış olan bir şey yok.

"Hata"yı kendime veya en sevdiklerime yapmıyorsam, kimsenin lafını da dinlemem. En iyi olduğuna inandığı tanrısına laf ettiğimde annem nasıl sakince tartışıyorsa, ben de gerçeklerime bu kadar soğukkanlıca sahip çıkmalıyım. Öfkelendiğinde ne var ne yok her şeyi kırıp döken bir insan olmak istemiyorum artık.

İzleyiciler