20110430

İran'a Gider.

Gerçeklik anlam kaymasına uğradı.

Şu an bu satırları yazmam, nefes alıyor, ellerimi kullanıyor ve aynı anda sarı bardağımda ılık süt içiyor olmam gerçekliklerinin dışındaki nesnel gerçeklikleri kabullenebilirim. Fakat, benim gerçekliğim bir başkasının gerçekliğinden çok başka bir gerçeklik olabilecekken, neden kabullenerek yaşamayı seçeyim?

Gibi olmak ve gibi yaşamak amacıyla gelmediğimizin hepimiz az çok bilincindeyiz sanırım, ya da umarım. Ama annesi gibileşen bir anne gibi olma korkusuyla çıldırmak da anlamsız. Her şey elindeyken neden bunca şikayet etsin ki insan?

Her ayrı saniye yaptığımız bambaşka seçimler bizi bulunduğumuz yerlere, olduğumuz kişiye taşımakta. Benim bir buçuk iki yıl önce tüm gerçekliklerim kıtlaşmıştı, bunu ben istemiştim. Dünya üzerindeki düşünen bir iki ayaklı varlık olduğum gerçeğini rafa kaldırıp, kendisini müstakbel kocasına adamış bir kadın halini almıştım. Ne okul, ne hayat, ne kendim, ne başkaları umrumda bile değildi.

Sonra çok büyük dersler aldıran şeyler yaşadım. Eğer ezberlenmişlere adapte etmiş olsaydım kendimi, muhtemelen bu utançla yaşayamayacak, bu acıyla kendimi öldürecektim falan. Evet, bence de saçma..

Mesela, karşınızdaki kişinin siz vaktinde kendisini çok sevdiniz diye, hala sevginizi hak edebilecek bir kişi olmayabileceğini öğrendim. Bazılarının değişime ne kadar kolay adapte olurken, bazılarının hayattaki en büyük korkusunun değişmek ve kendisinin dışındakileri de düşünmek zorunda kalmak olduğunu öğrendim. Aynı zamanda da, değişimin aslında ne kadar faydalı bir şey olabileceğini fark ettim.

Kötülük sonradan kazanılan veya doğuştan gelen bir şey olabilir. Ama bende bile bile kötülük potansiyeli düşük.. Belki de sırf bu hırssızlığım yüzünden akademisyen olmam olası değil. Ya da diplomat.

Değer değişkenmiş, anladım. Çoğu zaman karşımızdaki, bizim kendisine vereceğimiz değeri haketmeliyken, sırf öyle gördük ya da öyle koşullandık diye, bazı karşı cinslerin bu genellemeden muaf olduğunu, bunu da gene kendimizin yaptığını öğrendim. Karşımızdaki, bize kötü davranmaya başladığında biz, bu kötülüğü haketmişçesine susup kalıyor, kabulleniyor ve hala sonsuz aşk hayalleri kuruyorsak, bu aptallıktan ziyade aptallaşmaktan oluyormuş. Kişi, nasıl ki öğrenme isteğiyle yanıp tutuşabiliyorsa, aptallaşma aşkı ile de çıldırabilirmiş.

Sonra, nedense hala fark edememiş olduğum bir gerçekle, tüm çıplaklığı ile burun buruna geldim. Tanıştım evet, erkek egemen toplum gerçeği ile. Tecavüze uğrayan kadının hatalı olduğuna, terk edildikten sonra bir başka erkeğe gönül veren bir kadının, DOĞASI GEREĞİ DOYUMSUZ RUHA sahip olmasının, KALBİ YARALI ERKEK tarafından büyük acılar neticesinde kabullenilebileceğine körü körüne inanan bir yüce insan, bir sevilen insan, bir büyük ağabey sonuna kadar inanmaktaymış. Ben de bir kadınım.

Ve benim gerçekliğimin çelişmesi bana çok da anormal gelmezken, neden onların gerçeklikleri ile aykırılığım onların kanına bu kadar dokunuyor onu anlamaya çok çalıştım. Anladım ki, her ayrı insan önce kendini düşünebiliyorken, bazısı daha da fazla düşünüyor kendini.

Karşısındakini, kendince, karalama hakkını elinde tutabiliyor mesela. Dibine kadar inanarak yapıyor bunu. Kafasını ezmek istiyor, başka birinin elini tuttuğunda ve dudağını öptüğünde onu "namussuz diye" taşlamak istiyor. İçten içe sürdürüyor magandalığını.

Onlar gibi değiliz diye, neden bizden nefret ediyorlar ki? Ortada gerçekler varsa, en büyük gerçek, sadece farklı olmamız değil mi?

Farklılık nefret sebebiyse, ben farklıyım. Benden nefret etsinler.

Ben sırf öyle gördüm diye öyle olabilenlerden değilim. Öyleleşmek isteğim yok.

Ne olmak istediğimi biliyorum; ne olmak istemediğimi de.

Red Hot Chili Peppers - Road Trippin' (Video)

20110422

Hayatımın en zor en kötü gecelerini ve günlerini son iki senede geçirdim.. En güzel zamanlarını da. Çok büyük farkındalıklar yaşadım: Boşboğazlığımı dizginlemeliyim, acılarımı genellikle kendime saklamalıyım, net kalıplardan sıyrılmalıyım, büyük konuşmamalıyım, daha sakin kalmalıyım kavgalarda.. falan. Büyük hayaller de kurmamalıyım, sonuçları bu hayalkırıklıklarının.. Aldıramıyoruz bazılarını kalbimizden. Sonsuza dek özel kalacak anılar toplayabilmişliğimizle övünüyoruz iyimsersek.
Kafam allak bullak, sabaha kadar ağladım, kalktım gene ağladım. Artık hayal kuramayışıma, herkesin yaşadığı acılarla herkes gibi olmaktan çok uzaklaşmama, çevremdeki tanıklıkları deneyimleme olasılığıma, tek amacımın gitmek olmasına, bağ kuramayışıma..
Söz verdim dün gece. Kendime, geçmiş olana. İkisine de söz verdim. Bırakmayacağım kendimi öyle olmayacağım. Bırakmayacağım kendimi.
Biraz zorlayacağım kendimi bağlanmaya...
Günü gelince pişman olacak mıyım, hiç denemedim diye? Çok özleyecek miyim?
Daha şimdiden başladım özlemeye.
Bir kez çok sevdiğinde bir daha sevemeyengillerden güruhuna katıldığım, terk edildiğim o güne lanet okumak istiyorum..
Ama okumuyorum. Okumayacağım.

20110417

Birini kaybetmekten korkmaya başladığın an oradan uzaklaşmalısın..Kimse çok sevmeye tahammül edemiyor.
Ve kimse samimiyete tahammül gösteremiyor. Dilinin en ucuna bile gelse, kötü hissettiğini bilmemeli hiçbir insan.

20110416

Keyfine yaşamak.. Kafana estiğince.

Sonra o esintide savrularak.

Keyfine yaşamak..

Kafana vura vura öğrettiklerini,

Kafanı kırarak geri alırlar elbet.

Sen, zırılda. Elinden başkası gelmedi, gelmez; gelmeyecek.
Reddedebilecek miyim günü gelince tüm aidiyetleri? Mülkiyetin kendisine küfredebilecek miyim? Aslında özgür yaşadım ömrümce. Çoğu yaşıtım ve eş konumdaki genç insandan çok farklı bir şekilde.. Bu yüzden ikna olamıyorum bile bile bağlılığa. Körüksüz yanmalara. Manasız geliyor sıkıcı bir gelecek kurma çabası. Ve kızıyorum hayatı unutup paraya dalanlara.

Bundan bir sene önce evlenip çoluk çocuğa karışmaktan söz ediyordum. İlginç. Şimdilerde "evlilik yok, çocuk olmaz, amaaan dünyaya da bi kere geliyoruz, ben çok mutluyum zaten" halim daha aktif.

Taklitlerinizden sakının: Günü gelir sizin taklidinizi de yaşam felsefem belleyebilirim.. Bana güven olmaz.

Çok seversiniz. Evet, çünkü size benziyorumdur.

Kendime en çok benzediğim anlarda yalnız olmamın açıklaması da bu sanırım..


Bütün gücümü devreye soksam,
Sussam sonuna kadar sussam
Gözlerim inkar etse de görmese geçişini kapıdan.
Ve bitse tüm anmalar,
Geç anlamalar.

Geç kalınmış her ayrı şey için üzgün olabilirdim
Değilim.

Neden değilim?

Kızamıyorum. Sonra geçiyor. Çok kızıyorum bu sefer.
Unutuyorum unutuyorum..

Geçiyor, bitiyor
Susuyorum
Sonra gecenin bi saati akla geliyor
Üzüyor.

Neden?

Bilmiyorum..
Ama karar ver.

Özlediklerini sor kendine. Aslında ne kadar büyük bir boşluğu izlediğini anlamaya çalış. Aslında ne kadar çok acının var olduğunu o asılı geçmişte. Bir yerlerde sağ kalmış bir iki ruhu birkaç yaralı bedene koyduğunda ne denli pişman olduklarını sağ kaldıkları için, hatırla. Unuttuklarını birer birer hatırlattı zaman sana. Birer birer yaşadın dakikaları. Hani ağır geliyordu bu acı? Şimdi özlediğin o acı mı?

Karar ver.

Kafanı kaldırıp baktığında göreceklerinin rengi temiz mi? Ondan önce, sen kendin temiz misin? Hani aydınlıktı bakışların? Aksine, karanlıktan ibaretsin.

Ve düşünmeye çalış, hatırlamaya. Şarap tad vermez oldu paylaşılmayınca. Paylaşıldığında kızaran dudaklar başkalarını öpebildiler.. Şarabın tadı hala güzel.

Ama hiçbir cümle de susturmuyor ki.. Can acısı sebepsiz olunca iyi hissettirecek bir sebep de bulunmuyor. Bok gibiyim.

c.

Gizlice öfkeleniyorum kendi kendime. Kimseye söylemiyorum, tamamen kendime saklıyorum bu öfkeyi.. "Yanlışlıkla" yaptıklarımızın bağlayıcılığı var mı diye ne zaman düşünsem bir polis kapıma dayanmış gibi geliyor sanki. Boğulacak gibi oluyorum.. Yüzüm asılıyor istemsizce.

Birileri sizi çok incitebilirler. Bu birilerine duyduğunuz tüm samimi hisler birgün sona erebilir. Artık umursama sınırlarınızın dışında, kendiliklerinden kalabilirler.

Ama neden, biri, sadece biri, o sınırların tam sınırında sapasağlam dikilebiliyor? Neden can acısıyla gözlerimi silerken aklıma imdat diyebileceğim isim olarak gelen kişi hiç değişmiyor?

Bilmiyorum ben neden böyleyim. Belki de zamanı zorluyorum, korkutuyorum, gelemiyor korkudan.. Bilmiyorum.

20110411

"You don't mean nothing at all to me; you could mean everything to me." demiş Furtado ablamız.

20110410

İyiliğin sonsuz hali yoktur. Kişi kendini iyi etme gücünü sömürmek durumunda bırakıldığında hiç düşünmeden yapmalıdır bunu...

Gün içinde erken uyanıp kütüphaneye gittim. Cennetimde okuyarak ibadet halindeydim, arkamda fısıldayan dersçalışangiller bile sorun olmadı. Rahatladığımı, gitgide daha da iyi hissettiğimi fark ettiğim anda önümüzdeki dokuz ay adına kafamda bir B planı geliştirdim. Kısacası her şey olabileceğinden de iyiydi, ben çok mutluydum, keyifliydim, beni evde keyif anlarım için bekleyen anne yapımı tatlılar ve bir dolu kahve beklemekteydi, hala günün başındaydım ve yapmak istediklerimin tümünü yetiştirebilecektim.

Sonrasında olması gereken oldu ve geçmişe kurtarıcı rolünü kendimi bürüyüp gömmemekte ısrarcı olduğum adı eski kendi mevcut kişiyle iletişime geçtiğimde, görüşmekte olduğum başka birinin varlığını kesin olarak dillendirdiğimde karşımdaki insan beni öldü bil diyerek kendi kendini geçmişe gömdü çıkmamacasına.

Nedense sonrasında kendimi kötü hissettim, belirtmeliyim. Kendimi suçlama eğilimim biraz hastalıklıdır benim.. Herhangi birini kırmak istemem; fakat biri beni kırmışsa otomatik olarak buz kesilir ve bu insana karşı bütün samimiyetimi ve ilgimi keserim. Çoğunlukla görüşmeyi de keserim çünkü çok bellidir sevdiğim veya sevmediğim. İyiysem de çok belli ederim kötüysem de. Zorlayamıyorum kendimi kısacası..

Şimdi vakt-i zamanında hayat boyu seveceğime kendimce inanmış olduğum, çok özel şeyler paylaştığım, bir taraftan dostum bellediğim birine karşı gerçekten çok az seviyeye inmiş hislerim, onun kalbini kırdığında ve daha da önemlisi ben kendimi onun yerine ne zaman koysam kendime olan kızgınlığım büyüdükçe büyüyor...

Neden bilmiyorum; ama bunu benden başka kimse de yapmıyor! Yani mesela, bugün sordum ona, "ben seni yanımda istediğim zaman nerdeydin?" diye, o esnada kendini iyileştirme çabalarındaydı. Ben acının doruğundayken o arkadaşlarının kendisiyle tanışmasını istedikleriyle deneme sürüşündeydi.. Birinden birine ilgisi düşündüğünden ileri boyutta olsaydı ve şu an onunla güzel bir ilişkisi olsaydı ben nasıl hissederdim bilmiyorum; ama eminim ki artık bundan öncesi kadar canım yanmayacak. Bir nevi savunma mekanizması bu: İstesem de istemesem de acıtamıyor beni varlığıyla soğuduğum zaman kişiler. Bir nevi çok sağlıklı ama bir anlamda garip; çünkü başkasının beni incitmesinin eksiğini ben kendimi acıtarak kapatıyorum bu şekilde; ki işte sağlıksız olan da bu.

Neyse, sonrasında bir müddet istediklerimi yaptım: Keyif, televizyon, Carnivale, kahve, atıştırma, müzik, kitap falan.. Uyudum biraz ağlayıp, iyi geldi.

Yarın son sınavdan bir önceki sınav var.. Artık aramayı ve sormayı düşünmüyorum onu. Mademki zarar görmekte, mademki benim de sorumluluk duyduğum birisi var.. Herkes benim görüşlerimi paylaşamaz ki. Herkes farklı çünkü. Ben her zaman unutabildim çünkü acımı asla kısmadım. Zamanı geldi dolu dolu acı çektim, zamanı gelince de rahat bir nefes alıp arkadaş kalabileceğimi fark ettim. Bu defa çok daha değerli bir dostumu çıkarttım hayatımdan.

Sadece şunu anlamıyorum: Nasıl oluyor da kişi hep bir şeyleri vaktinden sonra yapabiliyor? Bende de var aynı hata. Anlatmamam gerekenleri anlatıp sonrasında pişmanlık duyabiliyorum. Ama bu daha başka bir şey.. Önce yok, olmuyor deyip telefonla terk edip sonra üzerinden bir yılın yarısı boyunca zaman geçtikten sonra, kısacası köprünün altından akan sulara aldırmadan, her şeyi halledeceğine ama tek sorunun benim hayatıma başkasını almak olduğuna nasıl inanabilir ki?

Durduk yere olmuyor hayatta hiçbir şey: Etkisiz tepki yok. Bugün hissettiklerimin çok sağlam bir altyapısı olduğunu biliyorum. Tek sorunum "hatırlayamamak". O hisleri unutuyorum. O saflığı. Bir anlamda salaklığı.

Ait olma arzusunun yoğunluğu hali. Aidiyet salt bedenen değil, hatta tam tersine, tamamiyle manen. Çok seviyorum'cu tavırlar. Büyük harflerle seslenmeler: AŞKIM.

Kendini bırakıp onu düşünmeler. Neden, kim için, değer mi?

Kişi değerini kendisi sömürüyor.

Bugün olduğum yerde, olduğum anda mutluysam bu kendi eserim.. Çünkü öğrenmeye başlıyorum. Geç, ama güç değil....

Her zaman kuracak bir düşümüz olsun!

20110405

Camım açık serinliğe sonuna kadar açık. Odamın beyaz ışığının altında şöyle bir ortalığı toplamaktayım. Hemen paralelimdeki salondan Beethoven duyulmakta: Eski sevgiliden zoraki bir armağan: Best Of Classical Music- Bizet, Beethoven, Strauss. Bir sürü anı, bir sürü tebessüm. Her notada bir hissediş.. Annem yolda, hayatımın lisans vizelerine girdiğim günlerde yemek yapmaya geliyor. Yemek yapmaya, ortalığı toparlamaya. Eve her gelişimizde ablamla benim anlattıklarımı sessizce ve mecburen dinleyecek.. Sen nasılsın demeyi hep sona bırakacağız. Mezuniyete an kala, gün kala, ay kala, balo için inat ettim elbise almamaya. Arkadaşlardan, abladan sömüreceğim.

Dün baba parasıyla Nikon bir fotoğraf makinesi edindim. Kızmalarımıza öfkeli sözlerimize rağmen, babalar, kızlarını mutlu etmek için para harcamaktan sıkılmazlar.

Fotoğraf makinem hayırlı uğurlu olsun bana :)

20110401

Özgür düşünen, özgür yaşayan biri olarak yetiştirilmiş her kadın için "anne" en çok teşekkürü hakedendir. Bedenim kendimden başka kimseye ait değil.

İzleyiciler