20101030

yalnızım

Küstüler.. Döndüler arkalarını ve gittiler. Yetişemedim.
Öldüler.. Ansızın öldürdüler kendilerini. Ben hoşçakal diyemeden ve onlar bana hoşçakal demeden, öldüler, yetişemedim.
Ben geldim.
Geldiğimle kaldım.

Kaynar.

Ruhumu paramparçalığı ile bırakıveren bir köşeye, o halini bilmeden ve o hali ile ilgilenmeden hiçbir şekilde, uzaktan bile bakmayan hayatıma ve bana;o kişi benim. Adımı sanımı bilmeden sevdiğim nice insan arasından sıyrılan ve keşke adını sanını hiç bilmeseydim dediğim o kişi de benim. Benden başkası yok benim çevremde. En tanımaya değer kişi kendimim. En tanıyamadığım kişi de kendimim. Düşlerden yoksunluğumla itham ettiğim kendimi ısrarla iyi kılmaya çalışırken düş kuramayışımı kabullenen de benim.. Güven duyamadığım her bireyden mesul olan ben değilim ama güven duyamayan benim sadece ben. Zorla olmaz güvenmiyorum işte. Hakaret etmiyorum ki... Güvenmiyorum yalnızca.

20101024


Ben şimdi çok mutsuzum.
Le Temps Des Cathedrales. Oluşturulan anıların başlangıcı bu şarkı. İtalya'daki son günlerimden birinde, akşam güneşi karanlık ve tozlu odama, hemen pencerenin yanındaki yatağıma vurmuşken ve ben yatakta uzanırken son ses bu şarkı çalıyordu, bayıldığım insan Bruno Pelletier'in sesinden.. Neden ağladığımı bilmeden ağlamalarımdan sadece biriydi, ama anlatılabilecek bir anlamı olamayacak kadar anlamlıydı o an benim için. O an zamanı durdurdum, ağladım, sesin berraklığına ve zamanın akışına bıraktım kendimi. Ağlayarak geldiğim yerden gene ağlayarak gittiğim için ağlıyordum belki de; çünkü hep bu olur.. Nefret ede ede gittiğimiz yerleri de, artık sevmediğimiz için ayrıldığımız eski sevgilileri de, bizi bunaltan bireyleri ve hatta dünyanın kendisini de, sonradan hep özlemle anarız. Ben ne zaman gitmek için didinsem, gittiğimde dönmek için didinmeye başlarım. Herkesten farksızım kısacası. Ve belki de bunun sebebi, zaman denilen şeyin sonradan, öncekinden her zaman daha kötü olanı getirmesidir.

Yakın zamanda Notre Dame De Paris Katedrali'ne gittiğimde, bu şarkıyı dinlerken yaşadığım her şeyin bin kat daha yoğununu yaşayacağımdan emin olarak girdim kapıdan; ama hissettiğim tek şey bir an önce hostele gitmek isteğiydi.

Hepimiz doyumsuzluğumuzda boğulmaya mahkumuz çünkü açlığımız kara delikten başka bir şey değil... Her şey için.
i'm goin back to the start.

SİZ.

Eğer orda iseniz, eğer okuyorsanız, beni bir sene önceki halime döndürebildiniz dün. Bir senedir bu kadar dipte hissetmemiştim. Bir senedir Fountain'ın şarkıları canımı bu kadar acıtmamıştı dinlerken. Hayatım boyunca ilk defa, otobüs durağını kaçırdığımı fark edemeyecek kadar dalgındım dün. Geldiğim yolu geri dönerken yaşamak bile ağır geliyordu.. Evet, öze dönmek gerçekten yaramıyor bize. Öze dönmemeliyiz.

20101022

nemesis ve babası.

Duvarın orta yerine işeyerek geçmiş ömrünü sorgulayan bir babası olan bir aptalın babasına asla söyleyemediği - çünkü asla dinlenmediği- cümlesi- belki tek cümlesi- o duvarın ortasında kalbim vardı olur.

Günahlarımızı doladığımız ayaklarımızı bir kez ileri atarken sabit kalışımızı görememekle ve çünkü daima dimdik durup ileriye bakmakla meşguldük. Çepeçevreler ve tam tersilerle gevşettiğimiz ruhumuzu hergün biraz daha kovduk bedenimizden. Hadi çık git şimdi, en istenmediğin andasın, en ait olduğun yerde ve en sevilmediğin zamanda. En ait olmaman gereken kişiye en olmadık zamanda en olmadık yerde ait olduğun için sen, evet sensin tek suçlu. Düş şimdi derinlere, daha derine, durmadan düş... Düş kura kura savrulsun bedenin. Yapayalnızsın, yapayalnızdın, yapayalnız öleceksin.

ah.


Gitmiş olabilmek fikrini sevdim ben en çok. Giderken aklımdan hiç geçmeyecek isimleri terk bile etmemiş olmadan gitmek fikrini. Ben düşünmezken onların beni düşündüklerini düşünebilerek gitmeyi. Birgün hiç sebep yokken ortada, hiç sessiz sedasız, hiç gelmemiş ve sevmemişçesine, ağlamamışçasına bir omuzda herhangi. Birdenbire, polise haber verilmeksizin aranılan ama bulunmak istenmeyen bir evlat gibi. Aslında bir hayalden öteye gidememiş anıları teslim edip gitmek fikrini sevdim ben en çok. Çok sevdiğim bir adama onu çok sevdiğimi söylemeden gitmeyi. Çok sevmediğim bir insana seni sevemedim ki ben, diyerek gitmeyi. Omzumda ne var ne yoksa sallandırdığım şehrin meydanında, ve kimseciklerin umursayıp da kafa kaldırıp bakmayacağı türden. Bir adı olsaydı yaşadıklarımın, gölge olmalıydı derdim. Gölgede kalarak yaşadığımdan değil, sadece gölge olduğum için. Aslında birilerinin beni böyle sevmesini istedim en çok. Her an gideceğimi bile bile sevmesini. Son dakikalarımızı yaşarcasına her seferinde. Belki asla var olmamış ve var olmayacak bir duyguyla sarıldım ruhuma şimdi. Birkaç gece önce kendimden nefret etmiştim bir anda, birkaç gün önce de kalkar kalkmaz buz kesmiştim kendime evet sadece kendime. Ne başkalarına ne öbürlerine ne diğerlerine ne ona ne buna ne şuna. Beni babamdan çok kimse aldatmadı, sevdiğim adamdan çok kimse acıtmadı ama beni kendimden çok kimse öldüremedi. Her ölümden eksik döndüm, ne kalabildim ne gidebildim. Ama dedim ya, gitmiş olmanın fikrini bile çok sevdim ben. Birgün adımı anacaksa birileri, apansız gitmemle ansınlar. Sahip olduğum hiçbir şeyim yokken, ait olduğum hiçkimse yokken, ve hiçbir yere bağlı duramıyorken, çekip gidebilecek kadar gevşek çakmışsam çivimi, durmam için sebeplerim her zamandan daha çok olduğunda, ben gideceğim. Gidecek bir yerim varken, oranın tam karşısında bir yerlere gideceğim. Bir başıma ve korka korka. Ucunda ölüm mü bekler hayat mı bilinmez, ama bir şeyin beklediğini bilmeden gitmek en güzeli olacak..

İzleyiciler