20120524

Bir Önerme.

Herkesin, kendince aydın ya da aydınlanmış ya da aydınlandığını zanneden bişeykolik bir herkesten söz ediyorum, yine kendince bir ölüm şeması vardır aklında. Bir ölüm senaryosu. İnkar etmeyin, bir ölüm senaryonuz yoksa hemen bir tane bulun, en bayağısından. Anne babamızın, ki ben bu ikilemenin tek başına anne olarak değiştirilmesini talep ediyorum bütün kalbimle, üzerine en çok konuşulmuş "evladımızın ölümüne dair senaryo Vol1" şeması, kendi cinsim adına konuşacak olursam şayet, "tecavüz edilip öldürülmesi" üzerinedir misalen.  Vol2 de, salt kendi biyolojik cinsiyetim adına konuşmayı bir kenara bırakırsak, genelde yankesiciler, hırsızlar, tinerciler, seri katiller gibi çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulan kişilerce silahlı saldırıya uğramak üzerinedir. Genelde.

Yarın güvenli evimden güvensiz sokağa doğru attığım ilk adımda ayağımın bir taşa takılması ve sivri köşeli bir beton korkuluğa düşerek kafamı yarmam ve bu yarmanın şiddetine bağlı olarak birden komaya girmem ya da çat diye mefta olmam gibi bir ihtimal de vardır. Bu tür ihtimaller daha çok sözel dönem öncesi hayatımızda ve dört beş yaşlarına kadar, ebeveynlerin evlat ölüm senaryoları arasında en üst seviyelerden birindedir. Genelde.

Kabul edin, sizin anne babanızın ölümlerine yönelik senaryolarınız hiçbir zaman onlarınki kadar yaratıcı ve ayrıntılı olmayacak. "Hastalıktan, yaşlılıktan filan ölürler herhalde; ya da belki hiç ölmezler ne bileyim" türü düşünceler belirmiş olabilir şu satırları okurken beyninizde.

Lakin, annenizin ve babanızın ayrı ayrı anneleri ve ayrı ayrı babalarının da onlara yönelik senaryoları bi' yığın, yaratıcı, bi' sürü şiddet içeren yani artık gündelik yaşamımıza +13 olarak girmeye başlamış anlamda eğilimler içeriyor. Dolayısıyla bir insan bir şekilde anne ya da baba ya da teyze hala filan olunca, yani birinci dereceden yeğen sahibi, yaratıcılığı artıyor efenim. Çok iç açıcı bir anlamda olmasa bile, gene de artıyor.

Bu yazının temel tezi budur. Ailesinde, arkadaş çevresinde, hatta dünyanın herhangi bir yerinde adını sanını bilmediği bir insana bile ölümün yahut kaybetmenin acısını hissettirmiş birinin var olmuşluğu/varlığı olan insanların öfkelenmemesini diliyorum; zira benim de ne yazık ki acı kayıplarım oldu. Ben sadece bir önermede bulundum...

Bunları yazarken omzum tutuk,boynum ağrıyor ve acı içinde ödevlerimi düşünüp terleyen avuç içime küfrediyor olmam da beni zona hastalığına mensup edebilir. İlla ölmek de gerekmiyor, bi süre yahut ömür boyu acı çekmek de olası tabii. Örneğin ben anneme "parmağım kesildi" desem "yavruuuuum, bebeğiiiiiiim" filan diyip gözlerini silebiliyor; ondan başka kim böyle yaratıcı tepkiler verebilir bir kesiğe?

Anneler yaratıcıdır.

Babalar da anne yaratıcılığından bir nebze edinmiş olabilirler.

Benim babam öyle misal.

Sevgiler.

NOT: Bu yazıyı okurken şu şarkının eşlik etmesini öneriyorum a dostlar.: http://www.youtube.com/watch?v=grKaSsyvxZE&NR=1&feature=endscreen)

20120523

Bebe - Siempre Me Quedara (Cocaine)

Son bir post girip kahrolasıca çenemi kapatıyorum.

1. İlişkiniz için kendinizi paralamayın. Aydönümü filan kutlamayın. Sosyal paylaşım sitelerine mukmuk-aşkoooo-bebişiiğğeem-sensiz olmaz <3 bla bla yazıp durmayın. Fotoğraflarınızı da bakın biz çok sevişiyoruz der gibi göze sokmayın. Eniştenize maskara etmeyin kendinizi. Herhangi bi biçimde o insanı ananız ya da babanız ya da her bi şeyiniz yerine koymayın: Ananızın yeri de babanızın yeri de ayrı. Tek dostunuzu o sanmayın, o gidince hiç beklemediğiniz bir sürü insanın gerçek dostluğunuzu görürsünüz. Ha illa da o benim her şeyim diyorsanız yazık size, canınız çok yanacak üstüne bi sürü arkadaşınızı kaybedeceksiniz. Bu türün bir çeşidi de sokakta size bağıran, "bensiz sen bir hiçsin" efendime söyleyeyim "benden başka kimse sana tahammül etmeyecek ha buraya yazıyorum" ya da vay efendim "ben yoksam sen de yoksun,  otur dizimin dibine" filan diye haykıran, arkadaşlarınızla binde bir bir araya gelişlerinizde size surat yapan, hedef ve hayallerinize kafam girsin türü laflar eden insandır. Bu türü görür görmez ordan uzaklaşın, maskara etmeyin kendinizi sıçan bir başka insana. Bi de bedeniyle ve dış görünüşüyle beyninden daha çok ilgilenen insanların ipiyle kuyuya inmeyin, her an boynuzu yiyebilirsiniz ki bu her iki cins için de geçerli. Homofobik, aşırı uçlarda bir sosyalist ya da dindar, ya da tartışmaktan hunharca kaçan, ne bileyim sizi ve inançlarınızı yerden yere vuran ve mütemadiyen kendini ve götünü öven insanlara da mümkünse bir dakikanızdan fazlasını ayırmayın, sizin zamanınıza da yazık.

Birinci maddede tüm derdimi anlatabilmemle de ben, hunharca, acımasızca, delicesine övündüm.
İlişki doktoru olmaya karar verdim. En iyi olduğumu düşündüğüm konu bu. İlişkisinde başarısız olanlar, ihanete uğrayanlar, ihanet edenler, kendini karşısına amansızca bağlanmış bulan taraflarla müthiş diyaloglara girebiliyorum. Valla bak. Bir sürü arkadaşımla ense göt muhabbetine kadar girdik, hiç mesafe filan kalmadı yani.

Bu yetiyi edinmemi sağlayanın dünyadaki en amansızca acı vermiş biri olması da garip. Her türlü geriyor beni hala fikri.

Bu blog tümüyle ona ithaf edilmiş. Tam bir "loser"ım.

20120507



"Seni davet etmiyoruz." İstenmiyorsun. Kış..

Peki.

"Beni üzüyorsun, her ayın bilmem kaçında, beş gün kadar. O günlerde, beni yoruyorsun."

Haklısın. Seninle de bi' süre görüşmeyelim.

Kimsem kaldı mı etrafta diye ben, biraz tek başıma dolaşayım o zaman.

20120505

20120501

Biraz iiğt prey lav modu olacak; ama bana kalırsa yaşamdaki amaç egoyu mümkün mertebe sınırlamak, doğadaki her şeyi bütünlüklü bir kucaklamayla sevmek, idealler geliştirmek ve bu idealleri hiçbir uğurda satmamaktır.

Her şeyi kendisinin bildiği iddiasında olduğunun bilincinde olmayan insanlar için üzülüyorum; çünkü hayatta bilinecek çok şey varken biz dinlemeyi hep unutuyoruz.

Bir eylemin düşündürdükleri

1 Mayıs.

Çalıştığım yerel gazete için fotoğraf çekmem icap ediyordu. Hayatımın ilk 1 Mayıs mitingine / kutlamasına bu sebeple / şekilde gittim. İtiraf etmeliyim ki çok söylendim, özellikle sabah sevgilimin yanından kalkıp yollara düştüğümde "Sen bi' yarım saat kırk dakika oyalan, biz geliriz sonra," diyen patrongillerin telefon konuşmasından sonra..

Gar'da kalabalık saatler geçtikçe arttı. Pankartlar, flamalar, tişörtler ve her yerde burnuna soğuk su şişesini dayayan su satıcıları ile köfteci ve 1 liraya iki günlük simit satan kurnaz simitçiler ortamı şenlendirdikçe şenlendirdi. Gürültü arttıkça nüfus arttı. Yerlere serilen, uçmasın diye köşelerine çivi çakılan koca koca pankartlarda, gerçekten inanılan bir düş dillendiriliyordu. Eski dostlar birbirine selam vermeseler de aynı yerdelerdi; çünkü hepsinin düşledikleri şey aynıydı bugüne özel.

Saat 11' geçmişti ki gazeteden bir yetkili geldiğini haber verdi bana. Bir iki anı fotoğrafı çektirdi. Doğrusu ne zamandır elime almadığım fotoğraf makinemi işlevine uygun şekilde kullanmak çok iyi geldi. Rengarenk ve beğendiğim fotoğraflar çektim ve çoğu, gazetede yayınlansın diye çekilmedi.

Sosyalist Feminist Kolektif'e üye olmama rağmen onlarla irtibat kuramadım ve zaten 12 buçuk dolaylarında mitingden ayrılacağım için buluşamayacağımıza iyiden iyiye inanmıştım ki, Gökkuşağı Platformu, Kaos GL, Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri Sendikası'na ait flamalar ve pankartlar gördüm. Israrla bana bakıp gülümseyen bir karşı cinsim, büyük bir mutlulukla o rengarenk bayrağı savuruyordu gökyüzüne.

Ben gazetedekilerden uzaklaşıp, bilinçsiz sandığım ayaklarımın gayet bilinçli bir şekilde bu bayrağı sallayan arkadaşın yanına götürdüğü kendimi birkaç dakika sonra, "Dünya yerinden oynar ibneler özgür olsa!" diye şarkı söyler ve dans eder buldum. Seçin'le tanışıklığım vardı; onu davulu müthiş bir şekilde çalar ve hem homoseksüel hem heteroseksüel hem de transseksüel pek çok birey bağıra çağıra dans ederken, yanımdaki arkadaş benim elime bayrağını verdi, "Salla," dedi ve gülümseyerek ve kıvırta kıvırta dans etti. Gerçekten tatlı bir manzaraydı.

Eylemden, evde olmam gerektiği için ayrılırken hem SFK'lılara mazeretimi bildirmiştim, hem bahsi geçen arkadaşla telefon numarası değiş-tokuşu yapmıştım hem de mutluydum. Gerçekten eğlenmiştim. Sadece fotoğraflarını görüp saygı beslediğim pek çok kişiyle burun burunaydım.

Özel bir öğle öncesiydi.

Benim için 1 Mayıs 2012 buydu işte. :)

Belki de.

Kendimiz olmayı en çok istediğimiz, bunun hasretini en çok hissettiğimiz anlarda en çok kendimiziz aslında. Birilerinin yanında daha "biz" hissetmemiz ya da birilerinin bizi "biz" olmaktan çıkarma çabasına giriştiğinden yakınıyor olmamız değiştirmiyor bunu.


İzleyiciler