20100921

Triste Pena

İlişkiye veda etmek değil de ; ona veda etmek can yaktı. Beni o kadar acıtmıştı ki, daha fazlasına hayır demeliydim. Dedim. Bitti.

20100919

GECE

Düşündüm gecenin bu saatinde. Bininci defa dram yaşadım da bin birinci dramı kaldırabilir miyim bilemediğim için durmalı ve düşünmeliyim, dedim. Düşünmeli ve gerekiyorsa kararlar almalıyım. Gücüm yetmiyorsa yardım istemeliyim, yetiyorsa kaldırabilmeliyim. Potansiyelimin altında davranışlar sergileyerek kendime olan saygımı yitirmemeliyim... Galiba bir kez daha kıyısından döndüm bunun. Belki de dönemedim, bilmiyorum.

Esasen şu saniyelerde umrumda olan kimse yok. Benim umrunda olmadığım belki milyar tane insan var ama benim umrumda olan bir tek kimse bile yok, kendimden başka.

Şu ana kadar uğruna didindiğim "aile" olgusunun ne kadar siktiriboktan sonuçlara gebe olduğunu algıladım. Bazıları doğuştan şanslı olabilirler, mutlu ve huzurlu aile hayatları kalabalık aile sofralarını ve güleryüzlü birbirine saygılı ebeveynleri içeriyor olabilir; ama ben bu şanslılardan değilim. Benim sevgilim bu şanslılardan olabilir, ama ben değilim. Belki de o şanslı ya da şanssızlar gruplarına dahil değil ve kendince bir yöntem bulmuş onu yaparak mutluluğunu sürdürüyordur, kimbilir...

Çünkü kişi kendisine gerçekten saygı duyup dünyada gerçekten en çok kendisini seviyorsa bir başkasının, bu kişi en sevdiği kişilerden de olsa, kendisini üzmesine ve kendisine zarar vermesine izin vermez. Bunu ancak acizler yapar.

Ya da aciz olmayıp da ısrarlar kendisini aciz görmek ve hatta belki de aciz göstermek için uğraşanlar..

Şu ana kadar iki defa depresyona girdim ve birkaç kez bunalım atlattım hafif sıyrıklarla. İntihara doğru ısrarla yol aldığım bir depresyonu, intihara en yaklaştığım anda aştığımı sandım- Nietzsche- ama o depresyonun bitişi o intihar denemesinin üstünden 6 ay geçmesiyle gerçekleşti. Kısacası mutsuzluk benim tahminimden daha derindi ve ben batmaya çok alışmıştım.

Mutlu hissetmeye en başladığım anlardan sonra da beni sonsuz mutsuz edebilen şeyler yaşanıyordu çevremde. Aileye, anneye, babaya, huzura, sevgiye ve birçok şeye olan inancımı kırarken benim de parçalarımı süpüren bir fırtına gibiydi yaşanılanlar. Yüzleşilen baba ve yüzleşmeyen babanın kesişimi mutsuz bana, mutsuz anne ve ısrarla mutsuz annenin kesişimi gene mutsuz ve bir o kadar da öfkeli ve hatta sinir hastası bana tekabül ediyordu. En rahat nefes aldığım anlarda bile anne ve baba sorunları benim panik-atak geçirmeme yol açıyordu. Migren, bünyemde başlangıç aşamasını aşamadan iki sene önce durma noktasına gelmişken, ne hikmetse depresyon sonrası mutluluk naraları atan ben migren ağrılarıyla kıvranır olmuştum.

Günümün 12 saatinde gülerken 12. saatin birinci dakikasında canım annemin telefonda babamla alakalı söylediği şeyler benim günümün geri kalan 12 saatini mutsuz geçirmeme sebep olurken, ne hikmetse hayatımdaki temel erkek modeli olan babamın çatırdayan anılarından hayatımdaki ikinci temel erkek modeli olan erkek arkadaşıma ben çatmaya başlıyordum ve onun da gününün 12 saati berbat geçer oluyordu. Ki, kuvvetle muhtemel onun, bir önceki 12 saati de iyi geçmemişti. Ama ben sorma ihtiyacı duymuyordum genelde.

Bir anlamda ısrarla sevmeye devam ettiğim canım babam beni vücudunun herhangi bir bölümüyle umursamaz iken ben bir sümüklü çocuk gibi beni arasın beni sevsin diye kendi kendimi yırtıyordum. Ama adam benim yerime elalemin kadınlarının evlatlarını evlat bellemiş, değiştiremedim. Ne zaman "eeh yeter" desem yalan söyledi. Çoğu zaman "eeh yeter " demediğim için yalanlarına tanık olmadım. Ama benden çok daha öte, anneme söylediği yalanları düşününce merak etmeden duramıyorum: Acaba kendisine söylediği yalanlar ne olacak?

İnsan yaşıyla büyümüyor işte.. Büyük görünenleri büyütmek zorunda kalabiliyoruz biz küçükler bazen. Ya da bunu yapabileceğimizi zannediyoruz ama yapamayınca altında ezilip kalıyoruz. Ben bu kategoriye dahilim.

Ablam öyle değil. Siktir et, dedi, hayatında kimseye muhtaç olmadığı için kendi dünyasında mutlu olduğunu söyledi, mutluluğuna en büyük engelin ailemiz olduğunu söyledi durdu. Ben her defasında karşı çıktım.

Ama bugün anladım ki durum gerçekten bu.

Anneme annelik yapacağım derken 21 yaşında olduğum gerçeğini unuttum. Babamın küçük kızı olmaya o kadar çabaladım ki gene yaşımı unutup kendimi 6-12 yaş arası bir döneme hapsettim. Halbuki bu arada olağan hayatım ve sorumluluklarım sürüyordu: Üniversitede son sınıftaydım, bir yıldır süren güzel bir ilişkim vardı ve ablamla yaşıyordum.

Anneme ve babama o kadar takılmıştım ki, ablamın da ailemin bir üyesi ve üstelik üzerimde çok büyük hakkı olan bir üyesi olduğunu gözümden kaçırmışım.

Üstelik oturup yas tutmama kararı almıştım hiçbir konuda: Ölümden başka çözümsüz ne var dünyada? Onlar böyle yaşamak mı istiyorlar? Böyle yaşasınlar. Böyle yaşamamak mı istiyorlar Böyle yaşamasınlar! Ben nasıl yaşamak istediğime bile karar veremediğim bir dönemdeyim, okulum bitecek sonrası tamamen belirsiz ama tamamen.. Bölümle zerre alakam yok, zar zor devam ediyorum okula.. Para kazanmıyorum diye işe başvuruyorum bin yere de başvuracağım bir yere girene kadar durmayacağım. Ama sonra, Ankara'da mı kalacağım bilmiyorum. Kalmak istemediğimden eminim. Eskişehir'e yerleşmek istiyorum, yüksek lisans yapmak istiyorum orada ve aynı anda yalnız ve güzel bir hayat sürdürmek ve bir işte çalışmak istiyorum. Bu arada o adamla güzel bir hayat düşünüyorum. Ama bunlar düşünerek olmuyor.

Bir açıdan da kırılıyorum. Bunca sevdiğim adamla,gerçekten nasıl yürütebiliriz ki bir ilişkiyi? Benim annemin depresyonu ve babamın umursamaz tavırlarından yara alan bir ilişkinin temelinin sağlamlığı konusunda birçok fikir yürütülmez mi?

Bu arada Cem Köksal- Kalbim Bomboş dinlemek de anlamlı oldu..

Hayatta en çok önemsediğim şey anlam.. Anlamsız ilişkiler, anlamsız konuşmalar, anlamsız düşünmeler ve anlamsız geçen günlerden nefret ediyorum. Hergün bir şey öğrenmek istiyorum tek derdim bu nerdeyse.. Kendimde bin tane şey keşfettim düşününce, daha keşfedilecek trilyonlarca şey var- ya da yok- ama düşünmeye devam edeceğim. Babam bu özelliğimi bilir mi? Hayır, sadece yazdığımı ve gevezeliğimi bilir. Psikolojiye olan ilgimi ne bilir ne de umursar.. Hayatımda olup bitenlerin çoğundan bihaber yaşar hayatını. Onun için varsa yoksa zengin olmaktır aslolan. Hayatı boyunca zenginlik uğruna ter döktü ve şu an ve belki ben kendimi bildim bileli yurtdışı yasağında bir adam.. Yani bir şeyi sadece istemek ya da istediğin şey için deli gibi çabalamak yetmiyor, kişisel özelliklerin ve hayatında kurabildiğin denge oranında başarılı olabiliyorsun. Hayatta tek önem verdiğin şey iş hayatıysa aile hayatında mutlu olamaman son derece doğal, olursan bir bokluk var demektir. Yani sorun eşinde ya da evlatlarında değil, sorun bizzat sensin zaten.

Daha düşünmeden unuttuğun biz senin için her daim ayakbağıydık. Çoğu seçeneği düşünmeden kaldırıp attın. Hayatımın hiçbir döneminde ailece karar alınmadı. Hayatımın hiçbir döneminde anne baba arasında salt saygıya tanık olmadım. Her birimiz kavgaya, delirmeye, yıkıp dökmeye bir adım uzaktaydık. Bütün sülalem böyledir... Kavga anında her erkek (ve bazen kadınlar) her türlü hakareti etme hakkına sahiptir. Birkaç dakika her şey eskisi gibi olsun isterler ve karşısındaki insan da gayet normal olarak sinirlenmişse evde kıyamet kopar.. Her an kıyamet kopardı bizim evde. Sülale kavramından nefret ettim mesela. Herkes dip dibe yaşadı, dip dibe yaşlandı. Ama ailede en çok sevilen kişi olan dedem, ölürken yanında sadece anneannem vardı, biz yetişemedik. Anneannem de doktorlar gelene kadar vardı, doktorlar içeri almadılar sonra, o arada da dedemi kaybettik. KİŞİ YALNIZ ÖLÜR. KİŞİ YALNIZ DOĞAR. VE KİŞİ HER DAİM YALNIZDIR.

Bizim ailede düşünmek yoktur. Yaşanır hem de bodoslama. Konuşmalar da hep öylesinedir, öyledir. Karşıdaki insan önemini ve insanlığın yitirir kavga anında, onun sadece eti vardır o öfkelenemez, onun onuru kırılamaz mesela hakkı yoktur. Ama onurunu kanıtlamayan adama da onur kırıcı söz söylemenin yıkımı çok büyük olmamalıdır mantiken...

Neticede halihazırda aldığım kararları açıklamam gerekirse:

Büyüyeceğim. Büyüdüm. Emekleme dönemimi noktaladım. Ayağa kalkacağım, kalkıyorum hem de yalnız başıma. Ne o ne annem ne başkası, kimsenin faydası dokunmaz bana. Kimseye de güvenim falan kalmadı. Kendi kendime verdiğim zararın ötesinde kimse zarar veremedi bana şu güne kadar. Bırakıyorum zarar vermeleri de el üstünde tutmaları da.. Bir defa kal dediğim adam gitmek istiyorsa gidecek, gitme demem artık. Kalmasını isteyebileceğim tek insan kendimim. Yeniden inşa etmem gereken bir kişiliğim var. Ya da pürüzlerini törpülemek zorunda olduğum. Yaralarımı kendim iyileştirebilirim ancak... Klasik Türk mantığı; herkes kendinin doktorudur.. :)

Şu güne kadar hissetmediğim nefreti, edinmediğim düşmanı bundan sonra da hissetmeyeceğim, edinmeyeceğim. Sevgiye çok yerim yok, ama daha çok yerim olacak sevmelere.. Belki daha az insan tutacağım çevremde, ama daha çok işim olacak yapılacak. Daha huzurlu olacak evim, odam, daha huzurlu olacağım ve daha çok huzur verebileceğim etrafa. Çekip gidebilmek istediğimde beni buraya zincirleyen hiçbir şeyim olmayacak; kalmak istediğimde zincirlerimden değil, kendim istediğim için kalacağım.

Hayat, biz onu zorlaştırmadıkça hiç de zor değil.

İlişkiler her daim zor; ama hayat değil.

Zaten, hayat dediğin nedir ki? Yaşadığın şey işte. İçinde senin olduğun bir şey, başka ne anlamı olabilir ki?

Baba, senin evlat kimliğine soyadını dahil etmiş adam demek. Ucunda seks var işte, başka bir şey yok.

Anne, onda bir sürü şey var da ; iyileşmesi gerek işte..

Sevgili.. İstediğin ve istediği oranda kalıcı, ama her daim gitmeye yakın. Olmaması mı daha iyi olması mı bilmiyorum; ama ben yoksam o da yok.. Ölüm gibi.

İyi geceler..


İzleyiciler